REHBERLİK ve PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK PORTALI

Benlik ve Kisilik

   
Benlik ve Kişilik
Hamza AYDIN
       
Çok farklı boyutlardan ve bakış açılarından "İnsan ve mahiyeti nedir?" sorusuna cevap verilebilir. Verilen cevaplara göre insan modellenip, problemlerine çare aranabilir. Kompleks bir mâhiyete sahip olan insanoğlunun fıtratını analiz etmek için, tarîh boyunca çeşitli kavramlar üretilmiş ve insanın benlik sırları anlaşılmaya çalışılmıştır. Meselâ, insanın hem ferdiyet ve şahsiyet sahibi, hem de sosyal ve medenî olması, belli bir mizaç motifinde yaratılıp, karakter eğitimi aldıktan sonra belli bir kişilik kazanması, benliğinin üç tabakalı (öz benlik, inşa edilmiş benlik ve duruma uyum sağlayan benlik) motif sergilemesi, insanlık tarihi boyunca konuyla ilgili ilim ve fikir adamlarını meşgul etmiştir. İnsan, dış yapısı itibarıyla biyolojik bir varlıktır ve bu açıdan her insan nev-i şahsına münhasır (özgün) bir fertir. İnsanın biyolojik yapısının yanında, bedeninde misafir olan, onu insan yapan ve şuurlu bir varlık haline dönüştüren ruhî bir boyutu da vardır. Her insan ruh ve bedenin birbirine tesiriyle ortaya çıkan mizaç ve kişiliğe sahiptir. Mizaç, insanın yaratılışından gelen ruhî eğilimleri, potansiyelleri olup, insanın genetik programıyla bağlantılıdır. Karakter ise, insan doğduktan sonra mizaç potansiyelleri üzerine inşa edilen faziletler, alışkanlıklar ve ahlâkî değerlerdir. Mizaç-karakter münasebeti, çocuk, ergenlik dönemine geldiğinde kişilik motifi olarak kendini ortaya koyar. Özetle her insan yaratılıştan sahip olduğu mizaç motifi üzerine bir karakter geliştirerek, belli bir kişilik yapısını kendi öz benliği üzerinde inşa eder. Bu kişilik, her insana başkalarından farklı hususî özellikler kazandırdığı gibi, ona diğer insanlarla ortak vasıflar da sağlar. Diğer insanlarla paylaşılan ortak kişilik özellikleri, insanın kişilik bantlarını oluşturur. Nasıl ışık tayfı, bir renk ve dalga boyu spektrumu (bandı) oluşturuyorsa, insan kişilikleri de ışık tayfı gibi bantlar oluşturur. Bu bantlardaki ayırt edilebilir desenler, o kişinin ait olduğu motifi tanımlamada kullanılır. İnsan ruhunun genel tasarım motifi, üç potansiyelden (kuvve) ve/veya merkezden (düşünme, hissetme ve yapma fonksiyonları) meydana gelmektedir. Bediüzzaman 30. Söz'de insan ruhunun temel üç potansiyel kuvvetinin işleyişini tarif ve izah ederken ene isimli kavramı kullanır. Ene dürbünü ile insanlığın hem ferdî, hem de tarihî gelişimini ve sonuçlarını analiz eder. Ene ve fıtrat kavramı, insanın hem benlik sırlarını anlamada, hem de mizaç ve karakterin birbirine tesiriyle oluşan kişiliğini çözümlemede önemli bir zihin dürbünü olarak ilim ve kültür dünyamızda asırlarca kullanılmıştır. Psikolojide insanın mahiyetini anlamada, ene kavramı kullanılmaz. Bunun yerine ego, mizaç, karakter ve kişilik terimleri kullanılır. Bu açıdan ruhun işleyişi ve özellikleri, Risâle-i Nûrlarda, ene kavramı ile; felsefe, psikoloji ve sosyolojide mizaç, karakter ve kişilik kavramları ile incelenir. Dinî literatürde ene, fıtrat ve nefis kavramı altında toplanan ve açıklanan insanın ruhî potansiyellerinin, iç istek motiflerinin ve kabiliyetlerinin temel iki boyutu vardır: Birinci boyut; ruhî potansiyellerin, iç isteklerin ve kabiliyetlerin ne olduğunu tanımlayan, yapısını ve işleyiş mekanizmasını açıklayan ve muhtemel sonuçlarını tahmine yönelik olan kısımlardır ki, bu boyut, literatürde, "mânâ-yı ismî, varlığın kendine bakan ve kendini açıklayan yönleri" olarak tanımlanmaktadır. Ene ismiyle de tanımlanan insan ruhunun üç ana potansiyelinin, iç isteklerin ve kabiliyetlerin, kendine bakan yönlerinin (ismî mânâsı) çalışılması sonucunda elde edilen bilgiler, günümüzde eneden farklı bir kavramlar zinciri ile ifade edilmektedir. Bu kavramlar içinde mizaç, karakter, kişilik, fıtrat, huy, seciye ve bunların oluşturduğu motifler, iç benlik, dış benlik, öz benlik, içimizdeki çocuk ilk akla gelenlerdir. Bu kavramlar zinciri, insandaki enenin ismî mânâsının ne olduğunu açıklayan modeller kümesidir. Bu modeller, günümüzdeki modern bilim anlayışının insanın benlik ve kişilik şekillenmesine bakan yönünü yansıtır. Birinci boyutunu teşkil eden mânâ-yı ismî perspektifinden enenin analizinde; insan mizacını ve kişiliğini modelleyen ve analiz eden çeşitli psikolojik tip teorileri kullanılmaktadır. İkinci boyut ise; insanda ene ismiyle toplanan ruhî potansiyellerin, iç isteklerin ve kabiliyetlerin, ne anlama geldiğini, neyi gösterdiğini ve insana niçin verildiğini açıklayan boyuttur ki, literatürde, "mânâ-yı harfî, varlığın kendisinden ziyade Yaratıcı'sına bakan yönlerini açıklayan boyutu" olarak bilinir. Vahye dayalı bilim ve bilgelik anlayışında ise, insan benliğinin ismî mânâsından ziyâde, harfî mânâsı (yaratılış hikmeti ve vazifeleri) üzerinde durulur. Ene ismiyle açıklanan insan ruhunun potansiyellerinin mânâ-yı harfî boyutunun ne olduğunu en iyi çözümleyen eserlerin başında, Bediüzzaman'ın Sözler isimli eserindeki 30. Söz, 12. Söz, 11. Söz ve 24. Söz'ün ikinci dalı gelir. Bahsedilen yerlerde, ene kavramının ismî mânâsı üzerinde kısaca durulurken, harfî mânâsı üzerinde teferruatlı şekilde açıklamalarda bulunulur. Enenin bir yansıması olan kişilik motiflerine değinilmeden doğrudan kişilere verilecek olan ortak tedavi yol haritaları ele alınır. Bu açıdan rehberlik ve danışmanlık hizmetlerinde; enenin hem teşhis, hem de tedavi boyutlarına ışık tutan mânâ-yı ismî ve mânâ-yı harfî yönlerinin birlikte çalışılıp entegre edilmesine şiddetle ihtiyaç vardır.

İnsanın mahiyetini ve benlik sırlarını anlamada iki ayrı akademik disiplin (modern psikoloji ve ilâhiyat) aynı fenomeni, yukarıda açıklandığı şekilde farklı kavram ve terminolojilerle çalıştığından zihinlerde karışıklığa yol açmaktadır. Âdeta birbirinden farklı iki şey çalışılıyormuş gibi meseleye yaklaşılmakta ve farkında olmadan insanın mahiyetini anlamada bilim ve din zıt şeyler söylüyormuş intibaı verilmektedir. Bu zihnî algılama karışıklığını çözmek için Bediüzzaman'ın eserlerinde sıkça kullandığı, "Her şeyin bir ismî mânâsı (mânâyı ismî) ve bir de harfî mânâsı (mânâ-yı harfî) vardır." yaklaşımını kullanabiliriz. İlâhiyatta; istidat, tabiat, ene, mizaç ve fıtrat kavramı ile açıklanan ruhî potansiyellerin motiflerini, modern bilim mizaç ve kişilik ile açıklar. Eneye ismî mânâsı (mânâ-yı ismî) noktasından bakarak, enenin kendisine bakan yönünü, oluşumunu ve işleyişini inceleyen mizaç ve kişilik bilimi, oldukça önem kazanmıştır. Enenin kendi zâtına bakan potansiyellerinin işleyiş motifi ve hayata yansımaları, mizaç, fıtrat ve karakter bilimi ile bağlantılıdır. İnsandaki enenin kendine ait mâhiyetini açıklayan kişilik, insan benliğindeki şuur (bilinç) ve kognitif (iç ve dış algılama, münasebet kurma ve anlamlandırma) fonksiyonlarıyla bağlantılıdır. Kişilik, insanın özünü (ruhunu iç benliğini) koruyan bir kılıf veya örtüdür. İnsanın kişiliği bir maske (elbise) olup, içinde insanın öz benliği ve (modern psikolojinin ifadesiyle can yüzü olan) ruhu bulunur. Bir başka şekilde ifade edilecek olursa, insan kişiliğinin sakladığı öz, insanın enesidir. Ene insanda inkişaf ederek meyveye dönüştüğünde, ortaya belli bir karakter ve kişilik çıkar. Her insanda şahsiyetin (kişiliğin) iki tabakası vardır. Birisi en dıştaki sosyal maske görevi gören kişilik olup, benlik hapishanesini oluşturur. Diğeri de, insanın özüyle, ferdiyetiyle bağlantılı ve ilâhî isimlerin tecellilerine ayine olan hakiki kişiliği veya ferdiyetidir. Bu açıdan kişilik gelişimi, şuurlu bir inşa süreci olup, insanın yaratılışından getirdiği mizaç motifleri üzerinde gerçekleşir. Dinî literatürde nefis mücadelesi veya büyük cihad konusu, sağlıklı kişilik ve karakter inşa etme hadisesiyle yakından bağlantılıdır.

Ferdiyet ve şahsiyet sahibi olma arasındaki fark

Psikolojide ferd (birey) olma ile kişilik (şahsiyet) sahibi olma farklı anlamlara sahiptir. 'Ferd' olma, daha çok insan tabiatına ait biyolojik bir isimlendirme iken, kişilik sahibi olma, kişinin kendi özüne uygun olarak kendi kendisiyle ve dış dünya ile olan münasebetlerini düzenleyen sosyo-kültürel bir sistemi, şuurlu şekilde inşa etme süreci ile (insanın aktif özne olması durumu) yakından bağlantılıdır. Kişilik sahibi olmanın önemli boyutunu, yaratılıştan gelen mizaç üzerine karakter inşa etme süreci oluşturur. Ferd olma gâyretleri, insanın nesne olma yönüne ağırlık verirken; kişilik sahibi olma gâyretleri, insanın aktif bir özne olma, seçme ve tercih edebilme özelliğini kullanmaya ağırlık verir. Dolayısıyla her insan nesne ağırlıklı ferd olarak doğar ve zaman içinde onu özne konumuna dönüştürecek bir benlik ve kişilik kazanır. İnsana verilen ene, irade ve şuurla donatılmış olduğundan insanın kendini geliştirmesi, yönlendirmesi, vizyon, misyon ve hedef belirlemesi, kendi iradesine, tercihlerine ve sorumluluğuna bırakılmıştır. Dolayısıyla, ülkemizde sıkça görüldüğü gibi, aklı ve hür iradesi olmayan insanın şuurlu ve sağlam bir kişilik geliştirmesi söz konusu değildir. İnsandaki enenin inkişafı ve gelişmesiyle ortaya çıkan kişilik, düşüncenin, duyguların, aksiyonların belli bir motifini yansıtır.

Her insan kendi mizacına uygun kişilik elbisesini, imkân verildiğinde dikmeye eğilimli bir yapıdadır. Kişilik elbisesini dikerken karakter eğitimi de vazgeçilemez bir hususiyet olduğundan, sağlıklı bir kişilik, ancak mizaç eksenli sağlıklı bir karakter eğitimi ile mümkün olur. Çocuklara seçme ve tercih etme hakkı tanıma, inisiyatif verme, onun kişiliğinin gelişmesi açısından son derece önemlidir. İnsan fıtraten cimriliğe, cömertliğe, kendini sevme ve düşünmeye değişik seviyelerde eğilimlidir. Ancak kişiye, karakter eğitimi ve kişilik kazandırma sürecinde, cömertlik kavramı yoksa aşılanabilir, varsa güçlendirilebilir. Cömertlik, kendini aşıp bir başkası ile paylaşma demektir. Kendi dışında başkalarının da var olduğunu görüp, başkalarını da düşünebilme fâziletidir. Benzer şekilde insan ferd olarak sürekli sahip olmaya biriktirmeye ve elinde tutmaya değişik derecelerde eğilimlidir. Karakter ve kişilik geliştirme eğitimine tâbi tutulduğu andan itibaren ise, sahip olmanın, ele geçirmenin yanında, bir kişi olarak var olmanın, ham iken pişmenin, olgunlaşmanın, kemale ermenin ve faziletli olmanın güzellikleriyle tanışır. Kişilik sahibi olamamış kişilerde sahiplenme ve ele geçirme, kendini aşırı derecede yüceltme çok bariz görülür. Öte yandan ferd olmanın yanında şahsiyet ve karakter sahibi olmuş insanlarda ise, var olmak, kendini yeniden inşa etmek, yüce olanla bütünleşmek, fazilet sahibi olmak; ele geçirme ve her şeye sahip olma isteğinin önüne geçer. Bu açıdan kişilik, yaratılıştan hazır olarak gelmez. İnsan, vicdanî otoritenin sağladığı ahlâkî düzen içinde yaşama hürriyetine sahipse, kişiliğini inşa edebilir. Bu açıdan sağlıklı kişilik, ferdin özüyle, iç benliğiyle (can yüzüyle) karakter eğitimi üzerinden şuurlu şekilde münasebet kurabilmesine bağlıdır. Kişilik geliştirmeden ferd olarak kalmaya çalışan veya kişilik gelişimi sağlıksız olan bir insanda, maddî dünyaya, tüketime, ele geçirmeye doğru sürekli bir iniş ve kayış vardır. Böyle bir kişinin maddenin ve bedenin esiri olma ihtimali çok yüksektir. Sağlıklı bir kişiliğe sahip insan ise, sürekli yukarıya doğru bir yükselme, yüce ve mânevî olana doğru bir yönelme içinde olup, kendi iç benliği ile barışık insandır. Ferd insan, biyolojik ve maddî yapısıyla ve mizacının biyolojik boyutuyla kuşatılmıştır. Kişilik sahibi insan, öz benliğiyle barışık şekilde karakter ve fazileti kendi mizacına dokumuş ve maddenin dar kalıplarından çıkıp itminan ve zenginliğe ulaşmıştır. Öte yandan fert olma ve kişilik sahibi olma birbirinden bağımsız süreçler değil, tam aksine birbiriyle peş peşe gelişen tamamlayıcı süreçlerdir. İnsan önce ferd olarak doğar, çocukluğunu fert olarak yaşar ve daha sonra bunun üzerine karakter eğitimi alarak kendi kişiliğini inşa etmeye çalışır. Anne-babalar ve eğitimciler olarak bir çocuğa verilecek en güzel hediye, onun sağlıklı bir karakter ve kişilik geliştirebilmesi için ona rehberlik etmek ve ortam hazırlamaktır. Bu mizaç eksenli karakter ve kişilik eğitimi, 21. yüzyılın en önemli konuları arasında yerini alacaktır.

İnsan kendi iç benliğinde, hem Yaratıcı'nın isimlerinin tecellilerini, hem de kâinatın küçük bir fihristini taşır. İnsan bu yönüyle âlemle bağlantılıdır ve her insan doğuştan bir ferttir. Allah, insana kendinde olan sıfat ve isimlerden birer parça vererek, insanı en güzel bir surette yaratmıştır. İnsan bu açıdan sıfır noktasında temiz bir fıtratta yaratılmıştır. Sahip olduğumuz benlik, Allah'ın isim ve sıfatlarına tecelligâh olma yanıyla seçme ve tercih etme hürriyetine ve iradesine sahiptir. Seçtiği ve tercih ettiği şeylerle kendine ait kişiliğini, mizacı üzerine inşa eder. Allah'ı tanıyıp kavrayacak olan insana, Allah'ı idrak edip bilebilmesi için kendisine 'ene' isimli bir dürbün ve anahtar verilmiştir. İç ve dış benliğini saran ene anahtarı ile insan, kâinatın ve kendisinin ne olduğunu; hangi vazifelerle donatıldığını; kendisini Yaratan Rabb'inin sıfat ve isimlerinin tecellilerini anlayabilir. Görme, işitme gibi sınırlı duyular ile Cenabı Hakk'ın Basar ve Semi' sıfatlarını idrak edebilir. Kendine ait sınırlı ilmi ve sahip olma hissi ile Allah'ın sonsuz ilmini ve mutlak hâkimiyetini daha kolay anlayabilir. İnsanın mâhiyetine konulan ene isimli anahtara takılan cüz'i sıfat ve esmadan dolayı, insanın belli ölçüde rububiyet ve uluhiyet sıfatlarını geliştirme yatkınlığı da vardır. Bu meyelan, ubudiyet yolunda köreltilmezse, insan kendisini ilâh mesabesinde görebilme riski taşır. Bu meseleye Bediüzzaman 30. Söz'de aşağıdaki ifadelerle ışık tutmaktadır: "Âlemlerin anahtarı insanın eline verilmiş ve nefsine takılmıştır. Kâinat kapıları zahiren açık görünürken, hakikaten kapalıdır. Cenâbı Hak, emanet cihetiyle insana ene namında öyle bir anahtar vermiş ki; âlemin bütün kapılarını açar ve öyle tılsımlı bir enaniyet vermiş ki; Hallâkı Kâinat'ın künûzu mahfiyesini onun ile keşfeder. Nasıl tabiatta sebepler birer perde ise, insan benliğine takılan potansiyeller, eğilimler ve iç istekler de birer perdedir. Mikro kâinat olan insanda ene (enaniyet) ve makro âlemde tabiat, bir perde fonksiyonu görür. Bir başka ifadeyle, insanda ene ne ise, kâinatta da tabiat odur. Dış âlemde tabiat, Yaratıcı'nın işlerine ve büyüklüğüne bir perde oluştururken, insanın iç dünyasında ene (enaniyet) insanın Yaratıcı'ya olan ayine olma (yansıtma) özelliğini perdeler."

İnsandaki enaniyet, insanı kişilik motifinin hapishanesinde tutmaya çalışarak, onun Allah'ın isim ve sıfatlarına tecelligâh olma özelliğini köreltmeye çalışır. Her insanın benliğine yaratılıştan konan üç potansiyel (düşünme, hissetme ve yapma) içindeki fıtrî faziletler ve karakterler korunmaya alınırsa, insan cüz'i iradesiyle bir girişimde bulunarak iradesinin hakkını verirse, yaratılışından getirdiği bu faziletler, kalıcı hale gelebilir.

Netice olarak, kişi kendi şahsiyet haritasını deşifre edebildiğinde, kendi benlik motifinin ne olduğunu, nasıl işlediğini, kendisini ne ölçüde etkilediğini anlayabilir ve benlik hapishanesinden çıkmasına yardımcı olacak bir dürbün ve anahtar sahibi olur. Çünkü kişilik motifleri, ene isimli anahtar ve dürbünün işleyiş programının önemli bir parçasıdır. Tabiat nasıl yaratılış kanunlarının bir mecmuası ise, aynen öyle de insanın kendine ait mizaç ve/veya kişilik motifleri bilgisi, iç âleminin pusulası ve yol haritasıdır. İnsan bir saraya benzetilirse, bu sarayın, nasıl bir mimarî model üzerine oturduğu, içi ve dışı itibarıyla nasıl işlediği, % 85-90 nispetinde mizaç ve kişilik motifleri dürbünü (ene motifleri spektrumu) kullanılarak deşifre edilebilmektedir. Ayrıca bu sarayda yaşayan insanın, neler yaparsa huzur ve itminana erebileceğine, sağlıklı bir hayat yolculuğu sürdürebileceğine dair tahmin ve tavsiyelerde bulunulabilmektedir. Enenin ismî mânâsına ışık tutan psikolojideki kişilik motifleri bilgisi rehberliğinde, kişilere sağlıklı bir yol haritası çizebilmek ve işe yarar danışmanlık, rehberlik hizmetleri sunmak daha kolay hâle gelmektedir. Günümüzde isteyen kişiler, ilgili kurumlardan rehberlik hizmeti alarak kendi kişilik haritalarının motifini çözümleyebilir ve kendileri üzerinde daha sağlıklı müşahede ve iç muhasebe yapma imkanına kavuşabilirler.