REHBERLİK ve PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK PORTALI

Dijital Siddet

   
Dijital Şiddet
Dr. Ahmet ERTUĞRUL
       
Kızılderili reisi Seattle, bundan yaklaşık bir buçuk asır önce Washington bölge valisi Isaac Stevens'a şöyle seslenmişti : "Beyaz Adam'ın bizim hayat tarzımızı anlayamadığını biliyoruz. Onun görüşüne göre, bütün topraklar birbirine benzer. Gece gelip topraktan ihtiyaçlarını alan bir yabancıdır o. Toprak onun kardeşi değil, düşmanıdır; bir kere fethedince devam eder yoluna. Toprağa aldırmaz bile, babasının mezarını da unutur, çocuklarının mirasını da. Anası olan toprağı ve kardeşi olan gökyüzünü birer mal gibi görür. Doymak bilmez açlığı, bir gün toprağı tüketecek ve geriye bir çöl kalacak yalnızca."

Reis Seattle'in bilmediği şey, oyunun kuralının daha en başından belirlenmiş olmasıydı. Nitekim o da bu direnişini sonuna kadar sürdüremedi ve vahşi kapitalizme teslim oldu. Reis ve savaşçıları önce gerçek hayattan silindiler, sonra da Hollywood ve çizgi romanlar marifetiyle figüranlaştırılıp zihinlerde mahkûm edildiler. Dünya, Kızılderilileri iptidaî, vahşi ve acımasız olarak tanıdı. Onlar medenî dünyadan göç ederek topraklarına yerleşen kişiler karşısında hep iptidaî ve bu topraklara sahip olamayacak kadar liyâkatsiz gösterildiler ve tanıtıldılar.

Montaigne, 1580'de yazdığı Denemeler'deki, “Birinin Kazancı, Diğerinin Kaybıdır” başlıklı yazısında, siyah-beyaz zıtlığı içinde iki kutuplu dünya anlayışını kaçınılmaz bir kaide olarak anlatır. Bu anlayış insanlık tarihi kadar eski sayılmaktadır. Tarihî süreçte insanlar, devletler ve medeniyetler arasında sürekli olarak tek yönlü bir "var olmak için yok etmek" anlayışı hâkim olmuştur. Gerçekten de birinin varlığını, kendisi açısından tehlikeli görme; yaşamayı ve var olmayı bir başkasının yok olması ve ortadan kaldırılması üzerine kurma anlayışı, fertlerden ırklara, kültürlere, devletlere kadar farklı ölçeklerde hâkim bir felsefe haline gelmiştir. Gerek insanlar, gerekse devletler ve medeniyetler arası çatışmalarda, "öteki"ni ortadan kaldırma anlayışı, modern dünyanın insanı ve insanlığa ait değerleri ön plâna çıkarıp yüceltmesine(!) rağmen devam etmektedir. Yeni bin yılda modern dünyada, çevreye ve insana ait değerlerin önem kazanması, hukuk, sağlık ve eğitim gibi alanların hassasiyetle takip edilmesi ile aynı süreçte "acımasızca yok etmeyi tabiîleştirme" gayretleri, çok büyük bir tezat teşkil etmektedir.

Artık "birini yok etme zevki"(!) daha küçük yaşlarda, ilköğretim öncesine kadar (ülkemizde Şubat, 2004'te 4,5 yaşındaki çocuğun, bebeklik çağındaki kardeşini öldürmesi hâdisesi ibretlik bir örnektir) taşınmakta ve dijital ortamlarda, "Yok et onu!", "Öldür onu oğlum!", "Bitir işini!" naraları arasında beyinlere işlenmektedir. Çocuklar ve yetişkinler arasında yaygınlaşan bilgisayar oyunları ve son yıllarda gişe rekorları kıran (ne yazık ki izleyicilerinin büyük kısmını çocukların oluşturduğu) filmlerde bu sözler çok sık tekrarlanmaktadır. Bu husus, özellikle çocukları psikolojik olarak kaba kuvvete ve "öteki”ni yok etmeye davet eden bir mantığa dayanmaktadır. Bir başkasını ortadan kaldırıp güya onun bedenine girerek güç kazanma ve bir başkasını da kendine katma anlayışı, artık sadece mitolojilerde değil, sokaklarda satılan kitaplarda ve sinemalarda kapalı gişe oynayan filmlerde karşımıza çıkıyor. İşte kitabı satış rekorları ve filmleri gişe rekorları kıran Harry Potter'dan bu anlayışı sergileyen birkaç örnek:
"Kendini kurtarmak için tertemiz, savunmasız birini öldürürsün, dudaklarına onun kanı değer değmez de yarım yamalak, lanetli bir yaşam sürdürürsün." (Harry Potter ve Felsefe Taşı, 297) (...) "Gölgeden, buhurdan başka bir şey değilim... Ancak bir başkasının bedenini paylaşırsam bir biçim alabiliyorum..." (s.335) (...)"Harry Potter'ın kanını istiyordum. On üç yıl önce benden gücümü almış olanın kanını istiyordum..." (Harry Potter ve Ateş Kadehi, s.769)

'Bir başkasının bedenini paylaşmak', 'kendini kurtarmak için tertemiz, savunmasız birini öldürmek ve kanını içmek', 'kanla güç kazanmak' gibi ifadeler, bir yönüyle Satanizm'i ve Satanist ritüelleri hatırlatırken, bir yandan da "şiddet yoluyla başka birini ortadan kaldırıp, güç kazanarak kendi varlığını bir başkasını sömürerek sürdürmeyi" benimsemiş bir zihniyeti yansıtmaktadır. Bu zihniyete, fert plânında olduğu kadar, devletler ve medeniyetler plânında da rastlanabilir.

Çocuklara eğitici zekâ oyunları yerine, iki kişinin birbirini yok ettiği ve yaşamak için karşısındakini ortadan kaldırma kurgusu üzerine kurulmuş oyunları sunma, bir art niyet eseri değilse bile, kötü bir eğitim anlayışının neticesi sayılmalıdır. Ama en önemlisi, gelecek nesillerin saldırgan liderleri, vicdanlarını daha kolay susturabilecekler ve bu tavırlarını (kendi iç dünyalarındaki kabullerle mukayese ederek) daha rahat sergileyebileceklerdir.

Böylece şiddet yoluyla birilerini ortadan kaldırmak, millî bir heyecan oluşturarak, ilk önce küreselleştirilen dünya çocuklarının zihinlerinde bir anlam kazanacaktır. Her çocuk bilgisayarın başına geçip aslında kendi ülkesi ve medeniyetiyle hiç de ilgisi olmayan bir misyonu üstlenmiş olacaktır. Aktörlerin değişmesi halinde, yeni stratejilerin ortaya çıkaracağı "düşmanlar" için de, yeni CD'lerin hazırlanması ve çocukların büyük bir heyecanla yeni düşmanları, dijital ortamda sırtlarına ağır makinalı tüfekleri alarak ortadan kaldırması artık tabiîleşecektir.

Unutmamak lâzım ki, saldırganlık meyelanı her insanda değişik seviyelerde mevcut olmakla beraber, bu meyelan, hakkı savunmada kullanılmak üzere eğitilebileceği gibi, insanlara zulüm ve şiddet olarak da geri dönebilir. Çocuklarda saldırganlık eğilimi yüksekse, 'niyetsiz öğrenilen' bir davranış olarak kendini gösterir. Riches'a (1989:12) göre, sözlü veya fizikî şiddeti normal bir alışkanlık ve hayat tarzı olarak algılayıp uygulayanlardan ziyade, buna maruz kalanların üzerindeki yıkıcı tesirlere bakarak tarif ve tespit etmek daha anlaşılır bir yaklaşımdır.

Çocukların medyada maruz kaldıkları şiddet, masum kimlikli oyun kahramanları ve maskotlar, masal kahramanları, oyun kartları ve çıkartmalara kadar birçok vasıtayla yayılmaktadır. "Pokemon" kelimesinin açılımı olan "pocket monster", "cep canavarı"; "Dijimon" kelimesinin açılımı olan "digital monster" ise "dijital canavar" mânâsına gelmektedir. Satranca benzeyen pokemon oyununda, rakibini zehirli gazla uyutup yenen gaz pokemonu Haunter, biyolojik savaşları çocuk dünyasına tanıtan bir nitelik de taşımaktadır. Böylece çocuklar, farklı 'öldürme' biçimlerini yine bu tür oyunlar vasıtasıyla öğrenebilmektedir. RTÜK'ün Pokemon'u yasaklaması, bir fayda vermedi aslında. Çünkü vahşi kapitalizm oyunu daha büyük bir oyundu ve her seferinde tüketim kölelerine yeni alternatifler sunma pratiği üzerine kurulmuştu. Nitekim Pokemonlar'ın yasaklanmasından sonra, sahneye Dijimonlar çıkıverdi. Esasen adı ve niteliği ne olursa olsun, şiddet içeren her unsur, bir niyetsiz öğrenme (şuuraltı beslenmesi) ve şiddetle beslenme tehlikesini de beraberinde getirmektedir. Çocukların zaman zaman dijital ortamlardan gerçek hayata çıkmaları ve okullarda pompalı tüfeklerle katliamlar yapmaları da, şiddetle beslenmenin tabiî bir neticesi olarak değerlendirilebilir.

Bir savaş kahramanı tipini temsil eden Rambo'nun gerçekleştirdiği misyon, pratik ve ferdî bir ilgi alanı olarak çocuklar arasında, kahramanlık ve cesaret gösterisiyle daha geniş bir kesime yayılmıştır. Bu misyonda şiddet, oyunun bir parçası değil, bizzat kendisidir. Rambo'nun ön plâna çıkarılması, ferdî şiddeti ve ferdin karşısındakini cezalandırabilme kâbiliyet ve hakkını da gündeme getirmektedir. Rambo, tek başına birini veya birilerini cezalandırabiliyorsa, o halde toplumu düzenleyen kanunlar ve sınırlamalar ne olursa olsun, kişinin hakkını şiddetle savunması ve şahsî adaleti bir öç alma tavrıyla uygulama hakkı da mâzur görülmektedir. Böyle bir anlayış pekâla, "intihar eylemleri"ne kalkışarak "toplum adına kurban olmayı kabullenme" ve böylece "ceza verme yetkisini fert olarak üstlenme" tavrını da doğurabilecektir. Öyle ya Rambo'nun yaptığı da (üstelik çağdaş hukuk düzeninde), ferdî cezalandırma ve adaleti tek başına uygulamaya girmiyor mu?!

O halde pekâla bir ülkenin, devletler arası hukuk ve dünyadaki çağdaş adalet sistemi dışında hareket ederek tek başına başka bir ülkeyi cezalandırma hakkını meşrulaştırması da aynı mantık içerisinde değerlendirilebilir.

Çocukları şiddete davet eden ve düşmanı füzelerle yok ederek bir avuç küle çeviren CD oyunları ve süper güçlerin geniş finans desteğiyle hazırlanmış filmler, "affetmeyen, bağışlamayan ve hoş görmeyen" kahramanlarıyla, olumsuz tipler ve örnekler sunmaktadır.

Ruhlara anarşizmin tohumlarını yerleştiren bu tür CD oyunları ve filmleri, saldırganlığa da meşru savunma görüntüsü vererek "gücü elinde bulunduran" otoriteleri haklı gösterme felsefesini içermektedir. Seçilen düşman, diğer medya araçlarıyla da olumsuzlandığına göre, onu "yok etme" görevi, büyük gücün yanında yer alarak yerine getirebilir.

Görünüşte eğlenceden ibaret olan şiddet muhtevalı oyunlar, bir süre sonra artık karşılıklı iki çocuğun oynadığı heyecanlı bir oyundan öte, rekabeti "birbirini yok etme" ve "diğerini ortadan kaldırma" olarak algılayan bir zihniyete dönüşmektedir. Çocukların karşılıklı bıçak ve silahlarla dijital ortamda yaptıkları mücadele, "Ayağından vurdum seni, kana baksana!", "Oh alnından mıhladım!", "Bıçağı sırtına sapladım!", "Öldün oğlum sen!" karşılıklı sözleriyle, âdeta gerçek bir hâdiseye dönüşmektedir. Şiddeti şuuraltına yerleştiren ve onu bir "gizli kimlik" haline getiren bu tür eğitim anlayışları, aslında çocukları, gelecek nesilleri politik çıkarların ve bencil düşüncelerin kurbanı haline getirmektedir. Bugün şiddete destek veren bütün büyük-küçük devletlerin, şiddet eksenli politikalar uygulayan liderlerinin yaptıklarını doğru bulmaları, ne yazık ki şiddetle beslenmiş bir toplum projesinin gerçekleşmiş olduğu konusunda ip uçları taşımaktadır.

Kötü yaratıkların cezalarını görmediği, oyunun bir türlü sona ermediği ve kötülerin daima ayakta kaldığı bir dünyayı dayatan bu tür filmler, ne yazık ki çocukların psikolojik gelişmelerine de olumsuz tesir etmektedir. Çocuklara yönelik şiddet muhtevalı filmlerde, öldürmenin bütün biçimleri gösterildiği gibi, işkence de sıradan bir uygulama olarak sunulmaktadır. Günümüzde, siyasî ve sosyal olayları, uluslar arası meseleleri, serinkanlı, yapıcı ve karşılıklı güven yerine, şiddet ve baskıyla çözmeye çalışan çevreler, bir bakıma müşahede altına alınarak tedaviye tâbi tutulmaları gereken vak'alar olarak algılanmalıdır.

Medeniyetler çatışması ve dünya hakimiyeti tezleri üzerine kurulu politikalar, sevgiyi, hoşgörü kültürünü ve "öteki”ni olduğu gibi kabullenme anlayışını, istenmeyen değerler olarak görür. Aşkın gücü ve sevginin değeri yerine, şiddeti, kaba kuvveti ve yok etmeyi vazgeçilmez bir unsur olarak işleyen Hollywood, son yıllarda dijital şiddetin en önemli kaynağı haline gelmiştir. Şiddetin şiddeti doğuracağı gerçeği, manzaranın daha da korkunç bir hal alabileceğini göstermektedir. Bu filmin mutlu sonla bitmesi, ancak ve ancak "gönül eğitimli" ve "sevgi eksenli" iyilerin çoğalması, "öteki"nin de bir Hak yapısı olarak algılandığı, sevgi ve hoşgörü kültürünün hâkim kılınmasıyla mümkün olabilir.


__________________

Kaynaklar
- Ahmet Ertuğrul, Harry Potter Çılgınlığı, Kaynak Yay., İst. 2002
- Arnd Stein, Saldırgan Çocuk, Çev: Nükhet Polat, Papirüs Yay., İst. 1997
- David Riches (yayına hazırlayan), Antropolojik Açıdan Şiddet, Çev: Dilek Hattatoğlu, İst. 1989
- Michel de Montaigne, Bütün Denemeler I, Çev.: Erol Esençay, İst. 1983
- Özcan Köknel, Bireysel ve Toplumsal Şiddet, 2.bs., İst. 2000
- Seattle, Kızılderili Şefin Bildirgesi, Türkçesi: Sibel Özbudun, 2. bs.,Ütopya Yay., Ank. 2000