REHBERLİK ve PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK PORTALI

Murebbiye Ogretmenler


     
Mürebbiye Öğretmenler
Prof.Dr. Harun AVCI
     
Günümüzde küçük yaşta eğitime eskiye nazaran daha fazla önem verilmektedir. Diğer yandan ev dışında çalışan anne sayısı da sürekli artmaktadır. Bu sebeple, okul öncesi eğitim müesseseleri ciddi bir ihtiyaç haline gelmiş ve bugüne kadar çoğu, büyük şehirlerde olmak üzere birçok okul açılmıştır. Bu müesseselerin sayısının artması, hem her kesimden çocuğa okul öncesi eğitim görme fırsatını doğurmuş, hem de bunu neredeyse bir mecburiyet hâline getirmiştir. Okullar, aileleriyle birlikte çocukları yönlendirmede, arzu edilen değerlerin verilmesinde ve onların eğitiminde büyük rol oynamaktadır. Anaokulları, yaygın kanaatin aksine, annesinin yokluğu sırasında küçüklerin bırakıldığı ve sadece bakımlarının yapıldığı bir yer değildir ve olmamalıdır. Orada çalışanlar çocuk psikolojisi, sağlığı ve eğitiminde uzman kişiler olup, çocukların beden, zihin ve ahlâk yönünden sağlıklı gelişmesine ve olgunlaşmasına büyük katkı sağlarlar.

Öğretmen veya eğitimci, bu kurumların en önemli unsurudur. O ne kadar nitelikli, bu işe ne kadar yatkın ise, okuldaki çocukların bakımı, eğitimi ve dolayısıyla beden, zihin ve ruh gelişimi de o kadar sağlıklı olur. Ailenin ve çevrenin de aynı hassasiyeti göstermesi şartıyla böyle bir öğretmenin terbiyesinde ve eğitiminde yetişen çocuk, Allah'ın kendisine vermiş olduğu kabiliyet istikametinde büyük inkişaf gösterebilir. Aksine, iyi bir eğitimcinin elinde yetişmeyen çocukların ise, ailenin arzu ve gayretine rağmen, potansiyel kabiliyetleri güdük kalabilir.

Öğretmenin rolü bu derece önemli olduğuna göre, anne-babalar çocuklarını eğitecek öğretmeni seçerken onda hangi nitelikleri aramalıdırlar? Onun iyi bir eğitimci olup olmadığını nasıl bilebilirler? Bu hususta kriterler var mıdır? Eğer anne-babalar bu soruların cevabını bilirse, ancak o zaman iyi bir tercih yapabilirler. Anne-babalar, öğretmen ve çocuğun gideceği anaokulu seçiminde karar vermekte zorlanmaktadır. Çünkü, bu karardan sonra, canlarından çok sevdikleri, henüz ihtiyaçlarını karşılayamayan ve isteklerini tam anlatamayan küçük yavrularını; sevgi, şefkat ve eğitime en fazla muhtaç olduğu dönemde uzun bir süre bir başkasının eline bırakmak durumundadırlar. Çocuğu anlayacak, ihtiyaçlarını karşılayacak ve ona iyi bir eğitim verebileceğinden emin olunan bir öğretmen, anne-baba için büyük bir güven kaynağıdır.

Arzu edilen öğretmen; ayırt etmeksizin bütün çocukları seven, onlara karşı şefkatli olan, hırçınlık, kavga, ağlama, kırıp-dökme gibi davranışlara sabır gösteren, her haliyle örnek bir modeldir. İyi model olma, sevgi ve sabır gösterme bir öğretmende aranan, olmazsa olmaz kabul edilen vasıflardır.

Sevgi ve şefkat
Her çocuk sevilmek ve anlaşılmak ister. Çocuğun anne-babası tarafından sevildiği kadar öğretmeni tarafından da sevilmeye ihtiyacı vardır. Çocuk ailedeki sıcak, samimi ve karşılıksız ilgiyi okulda da görebilmelidir. Çocuk okula başladığında anneden ayrılma korkusu yaşar; bu korku, okulu ve öğretmeni çok sevmesiyle aşılabilir. Öğretmeni tarafından sevilmeyen veya sevildiğini hissetmeyen çocuk, öğretmenden gelen hiçbir şeyi kabullenmez, benimsemez ve neticede eğitimden beklenen maksat hâsıl olmaz. Ancak öğretmen; çocuğun elinden tutar, onu sever, okşar, kucağına alır ve öperse, çocukta öğretmene karşı güven hissi oluşur. Bu da çocuğun karakterinde öğretmenin istediği şekilde değişiklikler meydana gelmesini kolaylaştırır. Zîrâ sevgi dolu bir öğretmenin, çocuğun karakterinin şekillenmesinde büyük rolü olduğu bilinen bir gerçektir. Çocuğun sevilmemesi, sağlığı açısından da ciddi problem olabilir. Depresyon ve buna bağlı olarak vücut direncinin düşmesi çeşitli hastalıklara yol açar ve çocuğu sağlıksız ve mutsuz hâle getirir. Sevgi gören çocuğun ise vücut direnci güçlü olur, küçük rahatsızlıklar ciddi bir hastalığa dönüşmeden atlatılır.

Anne-babalar genelde çocuklarına kimsenin kendileri kadar iyi bakamayacağına ve eğitemeyeceğine inanırlar. Çocuklarını okula bırakıp gittikleri zaman gözleri arkada kalır ve kafalarında birçok soru işareti dolaşır. Bundan da kolayca kurtulamazlar. Ancak öğretmen, çocuğu sevgiyle kendisine bağladığında durum değişir. Hattâ bu sevgi ve bağlılık bazen o kadar ileri gider ki, mesâi bittiği halde çocuk okuldan ayrılmak istemez veya öğretmenin kendileriyle birlikte evlerine gelmesini ister. Bu çocuklar sabahları evden okula çıkarken ve anne-babadan ayrılırken hiç zorluk çıkarmaz, okula büyük bir istekle gelirler. Bazen annelerinin yanında öğretmenine öyle bir sevgiyle sarılırlar ki, bu sevgiden memnun olmayan anne-baba yoktur. Çocuklarının mutlu olması onları da mutlu eder. İşte bu güzel tablo öğretmenin çocukları anne şefkatiyle sevmesinin meyvesidir. Nasıl ki bir kadın, annelik duygusuyla çocuğunun her zahmetine severek katlanır, hattâ bu işte hiç zahmet hissetmez. Bu vazifeyi gönülden yüklenen öğretmen de çocuklara anne şefkati, merhameti ve muhabbetiyle davranır. Bu karşılıksız sevgi onun için aynı zamanda mânevî bir kazançtır; bir hadiste de ifadesini bulduğu gibi, öpücük sayısı kadar cennetteki derecesi yükseltilir. Melekler de bunları yazar.

Sabır
Okul öncesi çocuklar yaşları gereği henüz sosyalleşmediklerinden, ben merkezlidirler ve paylaşmayı bilmezler. Aynı zamanda meraklı, araştırıcı, hayal güçleri kuvvetli ve sorgulayıcıdırlar. Durmaksızın konuşurlar. Çevrelerinde olup biten her şey onların dikkatini çeker. Onlar hakkında bıkıp usanmadan soru sorarlar. Cevapladığınız bir soruyu tekrar tekrar sorabilirler. Hareketlidirler, dikkatlerini uzun süre aynı nesne veya konu üzerine yoğunlaştıramazlar. İstediklerini ağlayarak veya huysuz davranışlar göstererek elde etmeye çalışırlar. Zararı-faydayı bilmez, kırıp dökerler. Her yaş grubu bazı ortak özelliklere sahip olsa bile, hiçbir çocuk davranış ve olaylar karşısında gösterdiği tavır bakımından diğerlerine benzemez. Her çocuk farklı bir dünyadır. Bunun yanında, aynı çocuk aynı hâdise veya duruma farklı zamanlarda çok değişik şekillerde cevap verebilir. Henüz öğrenme safhasında olduklarından her şeyi denemeye kalkışırlar. Kesici eşyalar, cam malzemeler, kibrit veya ocakla oynamanın ne gibi zarar vereceğini düşünemezler. Yaptıkları denemelerle kendilerine, başkalarına veya eşyalara zarar verebilirler. Düzgün yemek yeme, kendi başına tuvalet ihtiyacını görme, elini yüzünü temizleme, dişini fırçalama, elbise ve ayakkabılarını giyme gibi becerileri kazanmaları uzun zaman alabilir. Bunları öğrenmedikleri sürece başkalarının yardımına ihtiyaç duyarlar. Yapılmaması gerektiğini söylediğiniz şeyi gözünüzün içine bakarak yapabilirler.

Bu özelliklerinden dolayı, evde bir çocukla bile baş etmek zorken, sabırlı bir öğretmen on beş-yirmi çocuğa bakar ve aynı zamanda onlara nasıl davranacaklarını öğretir. Ama bu çok da kolay olmaz. O, yerine göre çocuk gibi düşünür. İstenmeyen davranışın sebebini, çocuğun bakış açısıyla ortaya çıkarmaya çalışır ve problemi çözmenin yollarını arar. Çocuğa, "Ağlama!", "Sus!", "Yapma!", "Otur!" gibi emir ve komutlar verme yerine, niçin susması ve yapmaması gerektiğini anlatır. "Bu küçüktür, anlamaz." demeden, onun anlayacağı şekilde konuşur, büyüklere yapılandan çok daha fazla dil döker ve onu iknâ eder. Sabırla bunu yapmak zorundadır; çünkü çocukların muhâkemesi ve algılaması büyüklerinki kadar kuvvetli ve pratik değildir.

Öğretmen, çocukta davranış değişikliği sağlamak için oyun içinde ona uygun roller verir. Bir arkadaşını sürekli döven çocuğa, onu koruma rolü verilirse çocuk bu rolün gereğini yapar. Böylece o hem oyun oynayıp zevk alır, hem de istenilen davranışı kazanır. Ama bu, tek oyunda olacak şey değildir. Öğretmen sabırla onu pekiştirmeye çalışır. Belki bunun için haftalar harcar. Çocukları anlama, eğitme ve problemlerini çözmede aceleci olmamak ve büyük sabır göstermek gerekir. Tıpkı ağacın meyveye durması için toprağın hazırlanması, tohumun ekilmesi ve ondan sonra fidenin çimlenmesi beklendiği ve daha sonra fidenin bakımı, sulaması, gübrelemesi yapılıp yıllar sonra ağacın meyve vermesi gibi, çocuğun gelişimi de tedricîdir. Tedricîlik kaidesine uyulmadan çocukta hemen bir şeylerin değişmesini beklemek, aşırı su verilince tohumun çürümesi gibi, sadece çocukta ruhî, bedenî ve zihnî bozulmalara yol açar. Bundan dolayı anaokulu öğretmenliği aktif sabır isteyen bir iştir. Rûhen buna hazır olmayan kişiler bu işi yapamazlar.

Model
Eğitimde en temel ve tesirli yöntemlerden biri, çocuğa iyi model olmaktır. Yaşayarak eğitme ve iyi davranış örnekleri sunma eğitimde tartışmasız kabul edilen bir husustur. Çünkü çocukta öğrenmenin ilk ve basit şekli, çevresinde gördüğü davranışları taklit etmektir. Çocuk, öğrenmeye, bebekliğinden itibaren etrafındakileri taklit ederek başlar. Anne-babalar ve öğretmenler çocuklar için birer modeldir. Çocuğun bakışları, evde anne-baba, okulda öğretmen üzerine çevrilmiş bir kamera gibidir. Her an onları dikkatle gözetler. Onlardaki en ince detayı bile fark eder. Sonra da gördüklerini ve duyduklarını taklit eder. Ancak iyi ve kötüyü ayırt edemediğinden, model aldığı her türlü davranışı kopyalar. İyi veya kötü, hiç fark etmez. Çünkü bunları ayırt edemez. Eğer önünde duran bu davranış yelpazesi, zaman içinde sürekli tekrar edilirse, bunları davranış repertuvarına alır. Çocuk sadece davranışlarıyla değil, bütün değerleri, tutumları ve standartları ile yetişkinlere benzemeye çalışır. Bundan dolayı çocuğa dâima iyi davranış örnekleri göstermeye dikkat edilmelidir. Çocuk her yerde güzel davranışlar görmelidir. Çocuğa olumlu davranış modelleri sunmaya dikkat ederken, menfî olanlarından kaçınmaya da dikkat edilmelidir. Yalan konuşulduğunu gören çocuk bunu normal karşılamaya başlar. Zamanla şuuraltına yerleşen olumsuzlukları daha sonra söküp atmak kolay olmaz.

Okul öncesi dönemde çocuktaki taklit meyli en yüksek seviyededir. Eğer çocuk anaokuluna gidiyorsa, öğretmeni örnek alır ve onun davranışını, konuşmasını taklit eder. Öğretmen sevgi dolu, sakin, yardımsever ve sorumluluk sahibi ise, çocuk da bu davranışları benimseme eğilimi gösterir. Çocukla konuşurken, düzgün ve zengin bir dille konuşursa, o da en az öğretmeni kadar iyi hitap etmeyi öğrenir ve belli bir yaşa geldiğinde kullandığı kelimeler, öğretmeninden kaptığı kelimelerden oluşur. Onun dil hazinesine 'lütfen, teşekkür ederim, Elhamdulillah' gibi kelimeler yerleştirilirse, o, her yerde bunları kullanır.

Taklidin, çocuğun rûhî gelişmesinde önemli bir yeri vardır. Çocuklar, her şeyde olduğu gibi dine ait davranışları da küçük yaşlardan itibaren etrafındaki kişileri taklit ederek öğrenirler. Özellikle üç yaşından altı yaşına kadar, kendilerine 'ideal model' edindikleri yetişkin fertlerde gördükleri ibadetleri, dinî motifli her türlü davranışı samimi bir şekilde kabul ederek yapmaya çalışırlar. Meselâ öğretmenin, yemekte çocuklarla birlikte dua etmesi, yemekten sonra verilen nimetlere şükretmesi gibi davranışlar çocukta Allah sevgisini geliştirir.

Bundan dolayı öğretmenin davranışlarındaki hassasiyet, sözlerinin tesiri ve istediklerine ulaşma adına fevkalâde önemlidir. Çocuk; iyi ahlâkı, iyilik telkinleriyle değil, iyi örneklerle kazanır. Öğrencisine iyi örnek olan bir öğretmen, ahlâk kitaplarından daha tesirlidir.