REHBERLİK ve PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK PORTALI

Tabiat Kanun Koyucu Olabilir mi


 
Tabiat Kanun Koyucu Olabilir mi?
Prof.Dr. Ömer ARİFAĞAOĞLU
 


Yer: Tıp Fakültesi anfisi.
Ders: Anatomi.
Konu: Kalb ve damar sistemi.
Hoca dersini zevkle işliyor:

"Kalb, çeşitli vazifeler gören odacıklardan oluşmuş bir sistemdir. Sol kalbin akciğerlerden aldığı kan, beyin ve bacaklar dâhil bütün vücuda pompalanır. Yaklaşık 5 litre olan toplam kan bütün vücudu istirahat esnasında dakikada bir defa, yoğun egzersizde ise 5-7 defa dolaşır. Bu sebeple tabiat sol kalbimizin duvarlarını güçlü kasılabilsin diye sağ kalbe kıyasla daha kalın tasarlamış ve yaratmıştır(!) Sağ kalbimiz ise, kirli kanı hemen yanındaki akciğerlere pompaladığından fazla güçlü kasılmasına gerek yoktur. Dolayısıyla tabiat sağ kalbin duvarlarını daha ince yaratmıştır(!) Embriyo anne karnında üç haftalıkken kalb çalışmaya başlar ve ölünceye kadar durmadan atar. Beyin, enerjisini sadece glikozdan elde ederken, kalb enerji kaynağı olarak kandaki yağları kullanır. Böylece vücuttaki damarların, hattâ kendi damarlarının duvarlarında yağların birikerek damar sertliği ve tıkanıklığı yapmasına, dolayısıyla kalb krizlerinin oluşmasına engel olur."

Hoca ders boyunca, bu mükemmel sistemin kendi kendine olamayacağını vurgulamak istercesine, üstüne basa basa "Tabiat böyle plânlıyor, tasarlıyor, dizayn ediyor ve yaratıyor..." diyordu.

Sınıfta en yakın arkadaşım Mehmet, anatomi hocası "tabiat" dedikçe yerinde duramıyordu. Bana teneffüste, "Hocaya tabiattan ne kastettiğini soralım." teklifinde bulundu. Ben de "Olabilir." dedim. İkinci derste, hocaya "Kalbin mükemmel işleyişini anlatırken, sürekli 'tabiat'a havale ettiniz. Tabiattan kastınız nedir? " diye sorduk. Hoca: "Arkadaşlar, tabiattan özel bir kastım yok. Sadece tabiatta cereyan eden mükemmel kanunlardan bahsediyorum." dedi. Tabiattan, aslında kâinatın başlangıcından beri câri olan kanunları kastediyor, insan vücudundaki mükemmel mekanizmaları tabiat kanunlarının çalıştırdığını ileri sürüyordu. Tabiata ve kanunlara âdeta ilâhlık veriyordu.

Fakat bu izah bizi tatmin etmekten uzaktı. Bütün bu plânlı, programlı ve ince hesaplı işleyiş, hayat denen bu mu'cize nasıl olur da, tabiat denen ve ne olduğu aslında hiç belli olmayan bir şeye havale edilebilirdi? Zîrâ tabiat denince akla taş, toprak, su, hava, güneş, bitkiler, hayvanlar gelir. Tabiat bunların hangisidir? Hangi akıl, hangi irade ve hangi kuvvetle hangi enstrümanları kullanarak insan vücuduna müdahale eder?

Meydana gelen hâdiseleri izah ederken, arka plândaki prensibe kanun diyebiliriz. Bu durumda bir kanun koyucunun da olması gerekir. İnsan vücudundaki mükemmel işleyişin fâili olarak kanunlar gösterilirse, şu sorulara nasıl cevap vereceğiz? Bu kanunlar kendiliğinden mi kondu? Atomu ve canlı-cansız varlıkları bu kanunlara tâbi kılan bir başka varlığın olması gerekmez mi? Tabiat bir kanun koyucu mudur, yoksa kanunlar mecmuası mıdır?

Bir cismi elimizden bıraktığımızda, yer nasıl ve daha da önemlisi neden, hangi mantıkla(!) cisimleri kendisine çeker? Bunun için, gözle görülmeyen ipler mi uzatır? Uzatsa bile neden? Bir aklı, bir gâyesi mi vardır? Yoksa, yerçekimi kanunu birbirine çekim kuvveti uygulayan kütleler arasında her defasında bir Mutlak İlim ve Kudret Sahibi tarafından mı yaratılmaktadır? Aynı sorular, eksi kutup ile artı kutbun birbirlerini çektiği elektrik veya manyetik kuvvetler için de geçerlidir. Yerçekimi veya elektromanyetizma kanunu, bu yaratma fiillerine verilen isim olamaz mı? Eğer işin hakikati bu sonuncusu ise, tabiat kanunları yerine Âdetullah, Sünnetullah, Âyât-ı tekvînîye, Sevk-i ilâhî, İlâhî isimlerin tecellileri gibi ifadeler kullanmak daha doğru olmaz mı?!..

Kanun konusu şöyle bir misâlle ele alınabilir: Kâbe'de imamın tekbir getirmesiyle cemaat aynı ânda namaza başlıyor, rüku ve secdeye gidiyor, imamın her hareketine uyuyor. Namazın nasıl kılındığını bilmeyen biri bu durumu görse, imamla cemaat arasında gözle görülemeyen ipler olduğunu düşünecektir. Sanki, her tekbirinde imamı milyonlarca ferde ayrı ayrı bağlayan mekanizmalar devreye girmekte ve insanları aynı anda hareket ettirmektedir. Aynen bunun gibi, yerçekimi kuvveti (ve diğerleri de) gerçekte var olmayan bizim varsayımlarımızdır. Allah'ın emriyle her zaman kütleler dünyanın merkezine doğru çekildiğinden, böyle bir çekim kanunundan bahsediyoruz. Şu hâlde, kanunlar aslında bizâtihî var değildir. İmtihan dünyasında Âdetullah umumî olarak aynı şekilde cereyan ettiğinden, bu durumu kanun olarak isimlendiriyoruz. Eğer Allah bu kanunları sürekli olarak işletmeseydi, o zaman kanunlar bir perde olarak iş göremez, imtihan sırrı bozulurdu.

İnsan vücudunda tek tek her hücrede her lâhza gerçekleşen sayısız hâdise için atom ve moleküllerin düzenli hareketinin sağlanmasını o hücrelerde var olduğu sanılan kanunlara vermek aklen ve mantıken son derecede tutarsız olur. Sayısız hareket ihtimâli varken sadece canlılığın devamı yönünde iş görmek, taneciklerin kendilerine sürekli verilen emirleri yerine getirmeleriyle, atom ve moleküllerin Kadîr-i Alîm ve Sâni-i Kerim'e tam itaatleriyle izah edilebilir.

Hocalık vasfıyla muttasıf hakiki muallim ve üstadlarımızın, her şeyin Yaratıcısı olan Rabbimiz'e karşı saygı ve vefa hisleriyle dopdolu ders anlatmaları temennisiyle...