REHBERLİK ve PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK PORTALI
Aydinlik Ufka Dogru
Aydınlık Ufka Doğru
Cemal Doğan
Cemal Doğan
İnsan, psikolojik bakımdan içe dönük ve karamsar bir hâle düştüğünde; kendi iç dünyasında hayâl ettiği karamsar tabloları dışa aksettirmek ister. Diğer bir tabirle insan, İçindeki karamsar hallerin verdiği ruh psikozu ile bütün insanları da kendisi gibi görmek ister. Bunda bir nevi kendi karamsarlığını başkalarına yaşatma düşüncesi yahut kendi hâlini başkalarında da görüp avunma psikolojisi vardır. Bu hâle düşen birisi, dış âleme intibak edemeyişin bâriz misâlini yaşayarak mistik bir edayla meseleyi perdelemek ister. Bu onu daha da çıkmazlara sürükler. Neticede benliği ile dışyapı arasında sağlıksız sentezlere götürerek içinden çıkılmaz bir duruma düşürür.
Bu saikle kelimelere dökülen iç yapıdaki gariplikler, sanki diğer insanları yutacak bir dev hâline gelir. Hakikata uzak kalmış bir düşünce tarzının ifadesiyle:
Bilmemek bilmekten iyidir
Düşünmeden yaşayalım
der ve insanlığı bedbinliğin kucağına iterek âdeta atalete, inhirafa düşürür. Yahut bütün bütün insanlıktan kaçıp, düşünmeyi unutup kendini nazların dünyasına koyuvermek ister. Orhan Veli gibi:
Düşünme
Arzu et sade!
Bak böcekler de öyle yapıyor.
diyerek kurtuluşu hayvanlara benzemekte, onlar gibi yaşamakta arar. Oysa insan istese de hayvanlar gibi yaşayamaz ki. Onlar geçmişi ve geleceği düşünmezler. Sâdece ânı yaşar, zevk alırlar. İnsan ise geçmişin elemleri ve geleceğin endişeleriyle doludur. istese de kaçamaz, insanlıktan çıkamaz. Bu düşünceler, onu gitgide hüsrana boğar ve çâreyi ancak intihar etmekte bulur. Ona da cesaret edemezse, unutmak ister ve Cahit Sıtkı misâli tek dostu olan kadehe sarılır:
Açılsın gizli sofram
Gelsin kadehte rakım
Dostum, neşem ve şarkım.
Şuur altına yerleşen karamsar düşünce, zorlayıcı unsurlarla dış dünya ile bağlantı kurmak ister. Bu, iç dünyadaki sıkışmadan dolayı meydana gelen irâde dışı bir hâdisedir. Artık şuuraltı karamsar psikozuna yakalanmış bulunan böyle bir insan, kolay kolay sosyal hayata intibak edemez. Yalnızlık duygusu bu tür insanların en belirgin vasfıdır. İnsanlardan kaçma, yapayalnız yaşama ve bu yalnızlığının feryâdını koparma...
Bilmezler yalnız yaşamayanlar
Nasıl korku verir yalnızlık insana
İnsan konuşur kendisiyle
Nasıl koşar aynalara.
Şiirde zaman zaman böyle trajik tablolar çizmek moda olur. Sanki bütün zaman geceyarısı, bütün mekân insanları yemek için yolları kesmiş bekleyen bir devdir. Karanlık sanki gıdadır, o istenir, o arzu edilir...
Alemde gündüz gönlüme işkencedir
Bence bayram ufukta gün bitincedir.
Karanlık çirkinlikleri, kötülükleri örtecek ve insanı gerçeklerin istenmeyen çehresinden kurtararak hülya âlemlerine alıp götürecek bir kurtarıcıdır. Necip Fazıl, kendi ifâdesiyle henüz "nur yolunu" bulmadan önce, âlemi kapkaranlık görür, ruhundaki bilmecelere cevap veremez ve gecenin koynundaki "serseri kaldırımlar"la dertleşir. Karanlık onun tek dostudur:
Ne sabahı göreyim ne sabah görüneyim
Gündüzler size kalsın verin karanlıkları.
Bu hâl tâ hâkikati bulup bütün bilmeceleri çözerek "varlığın müthiş bilmecesi"ne erinceye kadar devam eder. Bu makamda zerreden güneşe herşey aydınlık görünür ve aydınlık bir iklimin mesajlarıdır.
Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;
Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur,
İç içe mimari, iç içe benlik;
Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur!
Bu varlığı kavrayış, neden ve niçin sorularının cevabını bulması, insanın önünü aydınlatacak ve bu aydınlıkta bütün kâinat pırıl pırıl görülecektir. Bu seviyeden sonra artık karanlıklardan korku ve yalnızlıktan söz etmeyecektir şair. Aksine yüreğinde ötelerden kopup gelen nurun neşesini duyacak ve:
Bir sevinç var ki kalbde arşı doldurur sesi
O ne sonsuz sevinçtir, ebediyyet neşesi
diye sevinçden uçacaktır. Artık bundan sonra gelecek her kötülüğe, her belâya sabredebilecek güç ve imana kavuşmuştur. Artık lütfü da kahrı da hoştur Yaradan'ın. Büyük şair bu düşünceyi şöyle mısralaştırır:
Güzel Allah'ım senden ne gelecekse gelsin
Sen ki rahmetinle de, kahrınla da güzelsin.
Hakikatı bulma lütfuna eremeyen zavallı şair de:
Ne vefasız geçmişten hayır var
Ne gelecekler imdada koşar.
der ve "Gün olur ki çıldırmak işten değildir" diye trajedisinin son perdesini dile getirir. Bu noktada
artık insan şuurunu da yitirip,
İn miyim
Cin miyim
Ben neyim?
demekten kendini alamayacaktır. Büsbütün acizliğe düşen bu karanlık düşünce meftunları psikanalistlerin uğraşacağı enteresan tiplerdir. Bu enteresan tiplerden birisi; "Gelin görün bütün caddeler kan revan" diyerek insanlığın yaşadığı güzellikleri ve yaradılışındaki "ahsen-i takvim"sırrını göremez. Bu karamsar düşüncedir ki "Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayattan lezzet alır" hakikatini perdeler.
Bilmekle yükümlü olan insan, bilmekle insan olma yoluna girip Rabbine yönelebilir ancak. Kendini bilme, kendini okuma dururken böyle karanlık tablolar çizmenin altında bir irade yetmezliği, bir şuursuzluk yatar. Eşyaya eşya hesabına baktığı için;
Düşmüş içine gölgesi alaca karanlıkların
Bakmaktan korkuyorum aynasına suların.
diyerek ondan ürker.
Karanlık düşünce, bir korku tezahürüdür. Ümit atmosferinden uzak yaşamanın tabii bir neticesidir; korkuya düşme veya diğer bir tabirle insan olmayı yakalayamama, onun vücud âlemine gönderiliş sırlarını bilememenin neticesidir. Mahluk ile Hâlık arasındaki bağdan mahrum olma ve sayısız düşman içinde kalmanın en bariz misalidir korku... Korkak insan sevemez, sevginin zıddıdır korku... Halbuki sevgi âlemin mayasındadır. Bu sevginin sırrına eren Büyük Yunus çağlarıdelen sesiyle;
Ben gelmedim da'vi içün
Benim işim sevi içün.
mısralarını söylerken sevgi ekseni bütün kâinatı kuşatır ve;
Yaratılanı hoş gör
Yaratandan ötürü.
düşüncesiyle "bir karıncaya ulu nazar"la. bakma mertebesine erişir.
20. Asrın bedbin şairi ise, vehimlerin elinde oyuncak olur, sokakta yürümekten bile çekinir, komşu duvardan düşecek taşın başını ezeceğinden korkar.
Ne yardan geçilir ne serden
Korkuyorum bu gecelerden
Bel bağladığım tepelerden
Gün doğmayabilir bir daha.
diyerek korku ve endişelerinin kıskacında boğulur. Sevemez, sevilemez ve çöküp gider.
Ruhunda karanlıklara esir olmuş insan mâsivadaki cemâl tezahürünü göremez. Onu tahkir eder, tebdile çalışır durur adeta.. Bu yönüyle hayatı yaşanmaz kılar, akı kara, güzeli hep çirkin görmek ister. Hep kendini "meçhuller caddesi" diye tasvir ettiği bir yerde düşünür. "Ben kimsesizler seyyahı meçhuller caddesinin" diye feryat eder. Fakat gerçek insan için böyle midir acaba? Hiç bir zerrenin İrade dışı hareket etmediğinin bilindiği bir atmosferi "meçhuller caddesi" diye isimlendirmek, eşyaya karanlık bakmanın bir tezahürü değil midir? Halbuki insanın caddesi bellidir. O, ufuk insanlar (a.s) vasıtasıyla açıkca çizilmiş, nazarlara gösterilmiş, kıyamete kadar da gösterilmeye devam edecek olan aydınlık yoldur.
Biz ümit soluyalım her soluğumuzda... Bir çığırla ümit soluyan şiirleri yazalım, onları yaşayalım iç ve dış dünyamızda... ümidin güllerini soldurmadan mutlu yaşamanın sırlarını yakalayalım. Karamsar tablo çizmeye çalışanlar, gözlerini kapamakla ancak kendilerine gece yaparlar.
"Şafak çoktan söktü ufukta ışık cümbüşü,
Karanlık hırıltıda soluk soluğa nurlar.
Kalkıyor birer birer atlasımdaki sisler,
Pırıl pırıl gök kuşağı bayramımı kutlar.
Ufukta bir nesil var sanki fetih ordusu,
İki büklüm olmuş rükua varıyor surlar.
Talihime tebessüm ediyor Arz ile sema
Ve bir zafer takına doğru gidiyor yollar.
Destanlara sığar mı velvelesi o günün.
Dost şahlanır ve düşmanın yüreği hoplar".
İç yapıdaki duruluk ve ruh, ifadeye aksediyor ve onu nasıl güzelleştiriyor... "ümitvar olunuz" beyanının kanatları altına sığınanlar, geleceğe hep diriliş muştusu sunacaklardır.
Ne mutlu bu atmosferde ümit ışığını yakalayanlara...