REHBERLİK ve PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK PORTALI

Bakis Acisinin Gucu

   
Bakış Açısının Gücü
Prof.Dr. Harun AVCI
       
Negatif görünüşlü hemen her hâdise, yeniden çerçevelenerek pozitif hâle, yani kendi lehimize, insanlığın lehine dönüştürülebilir. Yeryüzünde önemli izler bırakan ve insanlığa yön verenlerin büyük çoğunluğu, hayatlarının belli bölümlerinde veya hayatları boyunca sıkıntılara maruz kalan ve çile çeken insanlardır. Maruz kaldığı sıkıntı ve çileler, onları yükseltmekten başka bir anlam taşımamıştır. Kaç peygamber vardır acı tatmamış, çile çekmemiş? Hapis ve sürgün yaşamadan kim yeni bir dünyanın ufkunu aralamıştır? Onlar hastalık, yoksulluk, sürgün gibi engelleri, kendilerini yükselten ve başarıya yaklaştıran bir merdiven olarak algılamış, durumlarını hiç bozmamış ve başlarına gelenlere hep sabretmişlerdir.
İnsan olarak hayatta istemediğimiz, hoşlanmadığımız pek çok olayla karşılaşırız. Eleştirilir, hastalanır, haksızlıklara maruz kalır, yalnız bırakılır, hapse atılır, mal varlığımızı kaybederiz. Çoğu insan bunlar karşısında sinirlenir, moral olarak çöker, isyan eder, öfkelenir, aşırı derecede üzülür ve telâşa kapılırken; hayata ve olaylara farklı açılardan bakmayı başarabilenler; onları ibretle, sabırla, metanetle, cesaretle karşılar ve onları kendisi için uyarıcı ikazlar veya yükseltici vasıtalar olarak görürler. Aslında, hayatta herhangi bir hâdisenin mânâsı veya yorumu; onun etrafına çizdiğimiz sınıra veya koyduğumuz çerçeveye bağlıdır.

Evrende Her şey Güzeldir
Her şeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakiki bir güzellik vardır. Kâinattaki her şey, her hâdise ya bizzat güzeldir veya neticeleri itibarıyla güzeldir. Bir kısım hâdiseler görünüşte çirkin ve karışık görünse de o görünen perde arkasında gayet parlak güzellikler ve hikmetler saklıdır. Evrende tesadüfî, boş ve gereksiz bir yaratılışı kim gösterebilir? Atoma bakın, hücreyi inceleyin, insanı bütün azalarıyla araştırın, içinde bulunduğumuz ekosistemi, güneş sistemini ve sonsuz uzayı düşünün. Hangisinde tesadüf, abesiyet ve gayesizlik vardır? Karlı, fırtınalı bir kışın arkasından güzel bir baharın geleceğini hepimiz biliriz. O sebeple kışın soğuk yüzüne takılıp kalmadan onun kendi içindeki ve arkasındaki güzellikleri görmeye çalışırız. Eğer bunu göremezsek, kış acılı bir zaman dilimi olur. Esen rüzgâra, yağan yağmura küfreden insanlarla hiç karşılaştınız mı? Onlar, aksi takdirde kendisinin de susuz kalacağını hiç düşünmeden, beceriksizliği yüzünden kendi menfaatine az bir zarar verdiğinde, susuz kalan canlılara su taşıyan bulutu hareket ettiren rüzgâra, yağan yağmura hemen isyan eder, o güzel olaylara küfrederler. Bunlar, çerçeveyi kendi küçük menfaati etrafına koyan ve hâdiselere sadece kendisi açısından bakabilen olumsuz ve dar bakış açılı insanlardır.

Aslında, güzel görünen hâdiselerin ardından kötü sonuçlar, kötü görünen hâdiselerin ardından ise harika sonuçlar çıkabilir. Kur'ân'ın ifadesiyle "Hoşlanmadığınız bir şey sizin iyiliğinize olabilir veya hoşlandığınız şey sizin aleyhinize olabilir. Bunu siz bilmezsiniz ama Allah bilir." (2/216) Pek çok kişiden dinlemiş veya yaşamışızdır: Çok arzu ettiğimiz bir şey olmaz, aradan belli bir zaman geçtikten ve yeni hâdiseler olup bittikten sonra, iyi ki o şey olmamış deriz. Veya olmamasını arzu ettiğimiz halde olan bir şey için de; iyi ki olmuş dediğimiz pek çok hâdise vardır hatırımızda.

Unutmayalım, bakış açımız, dualarımız ve şuurumuzla (bilincimizle) güzel şeylere sahip oluruz. Kader hakiki sebeplere bakar, adalet eder. İnsanlar zahiri gördükleri sebeplere hükümlerini bina eder, kaderin aynı adaletinde zulme düşerler.

Alışılmışın Dışında Gören Çocuk
Yeniden çerçevelemenin ve hâdiselere farklı açılardan bakabilmenin bir yolu, yaşadığımız olayların derinliklerinde gizlenen mânâları keşfedebilmektir. Amerika'da, Baltimore Sun dergisinde bir yazı yayınlanır; çarpıcılığı nedeniyle aynı yazı daha sonra Reader's Digest adlı dergide "Alışılmışın Dışında Gören Çocuk" başlığıyla yeniden yayınlanır. Yazıda adı geçen çocuk, Calvin Stanley'dir. Calvin görme dışında, her şeyi diğer çocuklar gibi yapabilen bir çocuktur. Bisiklete biner, beyzbol oynar, okula gider. Bunu nasıl yapabiliyor?

Dergi diyor ki, buradaki başarının sırrı, annesinin ona telkinlerinde ve onun da olaya bu telkinler çerçevesinde bakmasındadır. Calvin annesine niçin kör olduğunu sorduğunda annesi; "Bu şekilde doğduğunu ve bunda kimsenin suçu olmadığını" açıklar. "Niçin ben?" diye sorduğunda, "Niçin olduğunu bilmiyorum, Calvin. Belki senin için özel bir plân vardır" der. Daha sonra oğlunu karşısına oturtarak şöyle devam eder: "Calvin sen görmüyorsun. Sadece gözlerinin yerine ellerini kullanıyorsun. Unutma ki, senin yapamayacağın hiçbir şey yoktur." Oğlu annesini göremeyeceğini düşünerek çok üzülür. Annesi ona, "Calvin ellerinle ve sesimi dinleyerek yüzümü görebilirsin. Böylece benim hakkımda, gözlerini kullanan bazılarından çok daha fazla şey anlatabilirsin" der. Calvin bu inanç ve güvenle, görünen dünyaya girmeyi başarır. Daha on yaşında iken bilgisayar programlayıcısı olmayı ve bir gün körler için programlar yazmayı tasarlar.

Bu tip başarılar sadece Calvin'e mahsus değildir. Olaylara bakış açısını olumluya çevirecek sağlam referans noktaları ve dayanakları olanlar benzer sonuçları her zaman elde edebilirler. En zor durumlarda bile insanlar için başka alternatifler, tercihler ve yeni çözüm yolları vardır. Havada bulut ne kadar çok olursa olsun, onların arkasında daima doğacak bir güneş vardır. Burada olan şey, kötü, hayatı altüst edici, istenmeyen bir hâdiseyi alıp, aynı hâdisede, bir başka açıdan nasıl büyük avantajlar olduğunu görmektir. Bir hâdiseyi algılamanın ve yorumlamanın sonsuz sayıda yolu varken, biz onları geçmişte nasıl algılamışsak yine o şekilde çerçeveleme eğiliminde oluruz. Alıştığımız algılama biçimlerini değiştirirsek, hayatımızda daha çok alternatif oluşturabiliriz.

İlk Bakış Yanıltabilir
Tarih, kötü gibi görünen olayların ardından gelen büyük başarılarla doludur. Bunlardan biri de Ebu Cendel'in, insanın içini parçalayan feryatlarına sahne olan Hudeybiye Antlaşması'dır. Müslüman oldu diye babası ona dayanılmaz işkenceler yapar. Sonunda hapsedildiği yerden bir fırsatını bularak kaçar ve kimseye görünmeden Hz. Peygamber (sas)'in huzuruna çıkagelir. Bu sırada, Hz. Peygamber ile Ebu Cendel'in babası müşriklerin temsilcisi Suheyl bin Amr arasında bir sulh anlaşmasının metinleri yazılmaktadır. Buna göre, Medine'deki Müslümanlardan Mekke'ye iltica edenler Müslümanlara iade edilmeyecek, fakat Mekke'den Medine'ye iltica edenler Müslüman dahi olsa geri verileceklerdir. Bu maddeler yazılmış, ancak henüz imzalanmamıştır. Ebu Cendel kendini Peygamberin ayaklarının dibine atmış, "Beni kurtar" derken, babası "İşte! Anlaşma gereğince bana geri vereceğin kişilerin ilki budur" der. Peygamberimiz müşkül durumda kalır. Zira, Hz. Ömer bile, "Ya Resulallah! Onu Kureyşlilere niçin geri veriyoruz? Sen Allah'ın hak peygamberi değil misin?" diye sormaktadır. Ebu Cendel ise inananların gönlünü parçalayacak şekilde feryat etmektedir: "Siz, beni bana eziyet etsinler, işkencelere uğratsınlar diye mi bunlara teslim ediyorsunuz?" Allah'ın kendilerini hiçbir zaman zarara uğratmayacağını bilen Şefkat Peygamberi ona, "Biraz daha sabret! Biraz daha maruz kaldıklarına göğüs ger! Bunların ecrini mükâfatını Allah'tan dile! Muhakkak Allah, senin ve yanında bulunan kimsesiz Müslümanlar için bir ferahlık, bir çıkar yol yaratır. Onlara vermiş olduğumuz söze vefasızlık edemeyiz" diye fısıldar.

Bu hâdise Müslümanların Mekke'den Medine'ye hicretlerinin üzerinden altı yıl geçtikten sonra meydana gelir. Onlar hasretini çektikleri Mekke'ye gidip Kâbe'yi tavaf etmek için yola çıkmışlar ve Hudeybiye denilen yere yerleşmişlerdi. Müşrikler ise onları Mekke'ye sokmak istemiyorlardı. İki taraf arasında elçiler gelir gider ve sonunda Hudeybiye Antlaşması imzalanır ve ardından Peygamberimiz (sas) ashabıyla birlikte Medine'ye döner.

Hudeybiye'den hemen sonra başta Ebu Basir olmak üzere Müslümanlar Mekke'den kaçıp Allah Rasûlü'ne iltica etmek isterler. Ancak, İki Cihan Serveri; "Bir peygamber verdiği sözden dönemez" diyerek, Ebu Basîr'i Medine'ye kabul etmez. Bunun üzerine de Ebu Basîr Medine dışında, Zulmerve'ye yakın Îss'de yerleşir. Mekke'deki mağdur Müslümanlar da teker teker kaçıp Ebu Basîr'in yanına yerleşirler. Bu durum Mekkelilerin korkulu rüyası olur ve bizzat kendileri Allah Rasûlü'ne müracaat ederek, Müslümanların Medine'ye kabul edilmesini isterler. Böylece, Hudeybiye Antlaşması'nın Müslümanları en çok rahatsız eden maddesi kaldırılmış olur.

Hudeybiye Antlaşması; ilk bakışta Müslümanların aleyhine gibi görünür. Ama, on yıl birbiriyle savaşmama sözü verilen bu anlaşmayla, kılıçlar kınına sokulmuş, Müslümanlarla müşrikler serbestçe görüşme imkânı bulmuş ve bu sayede kalp ve akılların fethi başlamıştır. Kureyş müşrikleri Müslümanları yakînen tanımış, onların doğruluklarına, dürüstlüklerine ve İslâm'ın bütün güzelliklerine şahit olmuşlardır. Kılıçla mağlubiyeti kabul edemeyen Halid bin Velid ve siyasî deha Amr bin As gibi zatlar bu sulh ortamı içinde Kur'ân'ın cezbedici iklimine kendi istekleriyle girmişlerdir. Böylece, bu anlaşmadan sonraki iki sene içinde, Efendimiz'in peygamber olarak gönderilişinden bu anlaşmaya kadar geçen yaklaşık yirmi senelik sürede olanların sayısından daha fazla insan Müslüman olmuştur. Ve bu anlaşmayla, bir İslâm devletinin varlığını önce Kureyşliler tanımış ve bu tanınma diğer kabile ve devletler tarafından takip edilmiştir. Burada, beşerî bakış açısını aşan nebiye has bir feraset, peygamberâne bir zihin açıklığı vardır. O, bu anlaşmayı imzalarken onun getireceği avantajları görmüş, adım adım o fırsatları değerlendirmiş ve tebliğini daha geniş kitlelere ulaştırmıştır.

Günlük Hayatta Bakış Açısı
Başına gelen hâdiseleri dikkatle inceleyen ve onun hakiki sebeplerini bulmaya çalışanlar çarpıcı sonuçlarla karşılaşabilirler. O hâdiselerin ardında gerçekte ya bize bir yardım, ya bir ikaz ve uyarıcı ya da bir ceza olduğu görülür. Israrla olmasını istediğimiz bir şeyin önüne çeşitli engeller çıkıyor ve bir türlü o gerçekleşmiyorsa, o zaman durup gerçek niyetimizi anlamaya çalışmalıyız. Onu elde edince, başkasına zulmetmekte mi kullanacağız? Şu an yetkilerimi ve imkânlarımı âdil olarak kullanıyor muyum? Kötü emellerim var mı? Ya da daha önemli vazifeler için daha fazla olgunlaşmam mı gerekiyor? Kişiliğimde eksik yönler mi var? Bu soruları çoğaltarak düşündüğümüzde, hâdiselerin derinlerinde yatan mânâları çözebiliriz.

Günlük hayatımızda yaşadığımız veya yaşama ihtimalimiz olan şu olayı yeniden çerçeveleyelim. Meselâ, patronunuz veya amiriniz size kızdı ve azarladı. Ne yaparsınız? Buna olumlu veya olumsuz anlam yüklemek sizin elinizdedir. Olumsuz bakarsanız, üzülür, patrona küser, uykularınızı kaçırır ve sağlığınızı bozarsınız. Muhtemel kötü sonuçlar üzerinde düşündükçe gerçekten kötü sonuçlar üretilir. Olumlu bakarsanız, "Patron beni hemen işten çıkarabilirdi ve işsiz kalırdım, böyle olması ondan daha güzel, benimle ilgileniyor, her insan hata yapabilir" der ve durumunuzu iyileştirmeye çalışırsınız. Böylece kendi kendimizle ve diğerleriyle nasıl konuşacağımızı, olaylara hangi anlamı nasıl yükleyeceğimizi öğreniriz ki, bu çok önemlidir.

Biz yeniden çerçeveleme ve olaylara farklı açılardan bakma sanatına sahip değilsek, onları başkalarının çerçevelemesine göre görürüz. Reklamcılık sektörü, kitlelerin algılamalarını çerçeveleme ve yeniden çerçevelemeden başka bir şey midir? Eğer olayı kendimiz çerçevelemezsek, onların sunduğundan başka ne görebiliriz? Medya ile meşgul olanlar yeniden çerçevelemenin gücünü çok iyi kullanırlar. Toplumsal olayları düşünelim. Biz bunların çoğunun gerçek yüzünü bilmiyoruz. Medya onlara nasıl bir anlam yüklüyorsa, öyle algılamak durumundayız. En masum bir olaya çok çirkin bir çerçeve geçirilip geniş halk kitlesine sunulduğunda, bunun bir aldatmaca, birilerini karalama plânı olduğunu kim fark edebilir? Ancak olayları farklı şekilde çerçeveleyecek sağlam dayanak noktalarımız varsa ve olayı bilinçli düşünceyle kendi kendimize sorup ona farklı açılardan bakmakla bize sunulanın gerçek yüzünün farkına varabiliriz.