REHBERLİK ve PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK PORTALI

Buhranlar Anaforu

   
Buhranlar Anaforu
Ömer Faruk ÖZBEY
       

İnsanın çok şeylerden daha değersiz hale geldiği bir dünyada yaşıyoruz. Bilhassa, ebedi varoluşa inanmayan ve cennet hayatını dünyada yaşamak isteyen bir insan için bu durum sıkıntı, buhran, bunalım ve endişelerin temel kaynağıdır. Fert, kendini insan olarak tanımaya başladığı andan itibaren, bir yandan mes’ud olmak için çalışıp çabalarken, diğer yandan toplumda silik bir hayat yaşayacağı ve zamanın acımasız dişlileri arasında ezilip gideceği korku ve endişesi içinde çırpınmaktadır. Bu korku ve endişe ise insanı ya ilaç ve alkol alışkanlığına sevkederek herşeye boş veren, vurdumduymaz bir duruma sokmakta veya herşeyden müteessir olan, hassas bir insan haline getirmektedir.

Nitekim, ABD’de Ruh Sağlığı Milli Enstitüsünün yaptığı çalışmalardan elde edilen neticeler, “anksiyete” olarak isimlendirilen bu durumun, bu ülkede kadınlar için bir numaralı sağlık problemi olduğunu göstermiştir. (Anksiyete; korku, endişe, sıkıntı içindeki bir kişinin durumunu ifade eder). Erkeklerde ise alkol ve ilaç alışkanlığından sonra ikinci sırayı almaktadır. Fakat birçok araştırma, alkol ve teskin edici ilaçların sıkıntı, endişe ve korkuların maskelenmesi için kullanıldığını ortaya koymuştur. Yani temelde yatan sebep yine “anksiyete” dir.

Araştırma ve müşahede neticelerinden anlaşılıyor ki, bugün dıştan çok debdebeli ve haşmetli görünmesine rağmen bir çok toplum fert fert ve topyekün bir buhran içinde yüzmektedir.

Mevzuya biraz açıklık getirmesi için, gerçek hayattan seçilen şu üç insanın içinde bulunduğu ruh haletini düşünün:

— 32 yaşındaki bir avukat. Bu avukat kendi uğraşmalarının, çalışmalarının ailesini geçindirebilecek kadar para getireceğinden şüphelenmektedir. Ayrıca başarılarının birgün sona ereceği, kabiliyetlerinin söneceği ve artık kimsenin kendisine güvenmeyeceği korku ve endişesi içindedir. Daima sinirli ve kızgın oluşunun sebebi de çılgınlığa kadar giden bu korku ve endişelerdir.

— 27 yaşında bir cerrah. Bulunduğu yerde popüler olan, sevilen ve beğenilen bu cerrah, bir gün bir ameliyat sırasında her nasılsa kontrolünü kaybetmekte ve titreyip terlemeye başlamaktadır. Nefesinin tıkandığım ve sanki ölmek üzere olduğunu hissetmektedir. Görünüşte hiçbir sebebi olmayan bu durum, birkaç kere daha devam edince mesleğini terketmekte ve artık hayattan ümidi kesik ve sıkıntı içinde yaşamaya başlamaktadır.

— 48 yaşında bir Fransız profesör. Yalnız yaşayan bu profesör birgün ders anlatırken başının döndüğünü ve fenalaştığını hisseder. Bu hadise onu çok üzer, endişelendirir ve ruhi dengesini bozar. Artık kendisini endişe ve korkuya sevkeden kalabalık yerlerden, caddelerden, satış merkezlerinden uzaklaşmaya ve mümkün olduğu kadar insanlardan kaçmaya başlar.

Bilhassa batı toplumlarında bu gibi durumların binlercesine rastlamak mümkündür.

Müşahadeciler nükleer savaş tehdidinin, suç artışlarının, terörizm ve ekonomik tehlikelerin insanları eskisinden çok daha endişeli hale getirdiğini belirtmektedirler. Hergün birçok buhranlı insana yardımcı olmaya çalışan psikoterapistler de “anksiyete’ nin tarih boyunca görüldüğünü, ancak bugün eskisiyle kıyaslanmayacak bir seviyeye ulaştığını ifade ediyorlar.

Bunun böyle olması tabiiydi. Çünkü, sanayi inkılabı ile başı dönen asrımız insanında inançsızlık ve ölçü tanımama bir salgın hastalık halini aldı. Durumu değerlendirmeleri, nesilleri yeniden ele almaları ve onların ruh dünyasına sahip çıkmaları gereken aydınlar da, hissiz ve hareketsiz, duruma sadece seyirci kalınca netice mukadder oldu. Ve insanlar önce fert fert, sonra da topyekün buhranlar girdabında çırpınıp durdu.

Çünkü insan zaif ve acizdir. ihtiyaçları, emelleri nihayetsizdir. Herşeyin dizginini elinde tutan ve herşeye hükmeden Kainatın Sahibini bilmez ve O’na dayanmazsa, yaşaması için gereken herşeyi kendisi te’min etmek durumuna düşer. Derken sebeplere kul ve köle olmaya başlar. Mes’ud olma yolunda önüne çıkan herşeye düşman kesilir. Ve her yandan kendisine saldıran bu düşmanlar karşısında yaşamaktan bezmiş ve ümitsiz bir duruma düşer.

Gerçekten de “anksiyete” hemen daima korkulan bir tehlikeli durum ile birlikte ortaya çıkar. Kişi birgün yaralanıp sakat kalma ve iş göremez hale gelme endişesi içindedir. Korkulan tehlike fiziki olabildiği gibi psikolojik de olabilir. Psikolojik olarak şahıs, zillete maruz kalmaktan, tasvib edilmemekten, toplum tarafından reddedilmekten, terk edilmekten veya birisinin kendi sırlarını veya zayıf taraflarını teşhir etmesinden korkar.

Fiziki olarak ise şahıs, geçirdiği basit bir rahatsızlığı veya heyecanlı bir durumun, büyük bir ruhi dengesizlik veya tedavi edilemeyecek korkunç bir hastalık ya da bir kalb krizi olmasından korkar, endişe eder. “Davranış bilimciler de “anksiyete” nin ekseriyetle hem kendi davranışlarını hem de dış dünyadaki hadiseleri olmadık şekillerde yorumlayan kişilerde görüldüğünü ifade etmektedirler. Yani bunlara göre “anksiyete” bir muhakeme ve değerlendirme bozukluğudur.

Anksiyete bazen gerçek bir tehlikeyi aksettirebilir. Mesela, kocasının katil olduğunu bilen bir kadın, öldürüleceğinden korkar. Yine, çeşitli çalışmalar göstermiştir ki, bugün batı toplumlarında, bilhassa modern ve sosyetik ailelerde, aile fertleri arasında karşılıklı güvensizlik çok rastlanan bir durumdur. Kadınlar kocaları tarafından aldatılacağı ve öldürüleceği erkekler de kendilerine bir tuzak hazırlanacağı endişesi ve korkusu içindedirler...

Anksiyete vak’alarının çoğunda ya sevdiği birini kaybetme endişesi veya kişinin fiziki ve hissi durumunu zayıflatan buna benzer bir stress durumu vardır. Fani bir mahbuba bütün varlığıyla bağlanan bir insanın, onu kaybetme korkusu dahi ruhunu yaralamakta ve kalbini darmadağın etmektedir. Bu durum ise genellikle alkol, ilaç ve uyuşturucularla bastırılmaya ve unutulmaya çalışılır.

Bütün bunlardan sonra anlaşılıyor ki, yeryüzünde milyonlarca insan maddi sıkıntılarının yanında, manevi acı ve ızdıraplarını da dindirecek ve ruhlarındaki boşluğu dolduracak gönül doktorlarına hava kadar, su kadar muhtaç olarak beklemektedir.