REHBERLİK ve PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK PORTALI

Strese Mahkum Muyuz


   
Strese Mahkûm muyuz?
Dr. Hasan AYDINLI
   

Gün boyu yoğun bir iş temposu yaşayan Ahmet Bey’in, akşam saatlerinde yetişmek için acele ettiği önemli bir toplantısı vardı. Toplantı saati yaklaşmıştı. Ahmet Bey, hazırlığını yapıp yola çıktığında trafiğin oldukça yoğun olduğunu gördü. Her şey hazırlanmış, salondakiler onun konuşmasını bekliyordu! Böyle önemli bir toplantıya geç kalırsa ne olacaktı? Davetlilere karşı mahcup düşmeyecek miydi? Bunları düşünürken yol bir türlü açılmıyor, trafik ilerlemiyordu. Dakikalar geçmesine rağmen, durumda bir değişiklik yoktu. Bu sırada midesinin şiddetli şekilde ağrımaya başladığını fark eden Ahmet Bey, yolculuğun ilerleyen zamanlarında sırtının ter içinde kaldığını, el ve ayaklarının kıpır kıpır olduğunu, ensesinden kafasına doğru bir ağrının yayıldığını hissetti. Ahmet Bey’i, fizyolojisini bozacak kadar tesiri altına alan şey neydi?

‘Gerginlik, huzursuzluk, endişe, baskı, tehlike’ gibi mânâları hâvî stres, kişinin içinde bulunduğu menfî ruh hâlini yansıtan bir tâbirdir. Stres ile kaygı genellikle bir arada bulunur. Herhangi bir konuda tedirginlik ve endişe hissetmek, stresi artırır. Hissedilen baskı artmaya başladığında, akut ve kronik dönemde bazı belirtiler ortaya çıkar. Kişi baskı altına girdiğini hemen fark etmeyebilir.

Ahmet Bey misâlinde, her şey yolunda giderken âniden sıra dışı, tehlikeli bir durum ortaya çıkmıştır. Gün içinde yaşanan yoğun iş temposunun getirdiği strese, ‘toplantıya geç kalma’, ‘işlerin aksaması’, ‘insanlara karşı mahcup olma’, ‘başarısız olma’ endişeleri de eklenince tehlikeli bir durum gelişmiştir. Kronik baskı ve bunun üzerine binen akut stres, ciddi problemlere de yol açabilir. Ahmet Bey’in başlangıçta yoğunluk sebebiyle ortaya çıktığını düşündüğü bu hâdise, ‘toplantıyı kaçırma’ düşüncesiyle birleşince büyümüştür. Beynin vazifeli olduğu tehlike sinyalinin başlatılması, vücudun sempatik sisteminin harekete geçirilmesini sağlar. Kan şekeri artırılarak, korunma veya kaçma cevabı üretilir.

Sempatik uyarılma ve faaliyet sırasında kana, kalb atışlarının ve kan dolaşımının artırılmasında vazifeli adrenalin, noradrenalin, glukagon gibi hormonların salınması emredilir. Bunu mide salgısının artırılması, terleme, nefes alıp vermede hızlanma ve hareket sisteminin uyarılması takip gelir. Kadîr-i Zü’l-Celâl’in mükemmel bir şekilde yarattığı bu sistem sayesinde, vücut gereken cevabı vermeye teknik olarak hazırdır. Ancak bu tehlike hissi uzadığında kaslar güçsüzleşir, kasılmaya başlar; baş ağrısı, yorgunluk, irkilme, tedirginlik, huzursuzluk ve gerilim artarak devam eder.

Sürekli ‘tehlike içinde olma hissi’, vücudu gerilime iterek bazı organlara zarar verir. Stres altındaki kişilerde bilhassa baş ağrısı, kas gerginliği, çabuk yorulma, bitkinlik ve hâlsizlik gibi emarelerin yanısıra bağışıklık sistemi ile kalb-damar hastalıkları da ortaya çıkabilir. Stresin azaltılması, bu yüzden mide asidinin aşırı salgılanmasına bağlı ülserlerin tedavisinde mühimdir. Ayrıca sindirim sistemi problemleri, mantar gibi değişik enfeksiyon hastalıkları da vücudun baskı altında kalmasıyla artış gösterir. Kişinin tehlikeden korunması için bazı organları fazla çalıştırılırken, rahatlık döneminde gerekli olan bazı sistemleri de dinlenmeye alınır.

Aşırı tahammülsüzlük, çabuk sinirlenme, âni tepkiler verme, öfke kontrolünde güçlük, aşırı uyuma veya uyku bozuklukları, bunalma hissi, ölüm korkusu gibi psikolojik durumların yanısıra, çarpıntı, ellerin sürekli terlemesi, baş dönmesi, baş ve mide ağrısı, gaz şikâyetleri, hazımsızlık, nefes alıp vermede sıkıntı, göz kararması, hipertansiyon, iştahsızlık veya aşırı iştah, bulantı, kusma gibi fizikî emareler de aşırı endişe ve stresin neticeleridir. Ayrıca âni kalb krizleri, gerilim ve huzursuzluğun sebep olduğu hipertansiyon ve felçler, âni bayılmalar aşırı stres ve endişe neticesi karşılaşılabilecek önemli problemlerdendir.

‘Keskin sirke küpüne zarar’ atasözünü burada hatırlamakta fayda var. Gerilim, endişe, tedirginlik ve stres gibi hoş olmayan durumların uzun süre devam etmesi mutsuzluk, karamsarlık, her şeyin tehlikeli ve kötü olduğu hissinin kişide kalıcı hâle gelmesine sebep olabilir. Uzun gerilim dönemlerinin sebep olduğu uzun mutsuzluk dönemleri beraberinde kaygı problemini getirir. Vücudun genel sistemlerine tesir eden problemlerin ortaya çıktığı kaygı ve mutsuzlukta, immün sistemde, dolaşım, sinir, sindirim ve üreme sistemlerinde bazı fonksiyonel problemler görülebilir.

Kaygı ve mutsuzluğun zihne tesirleri
İnsan psikolojisine menfî tesir eden tedirginlik, kaygı ve üzüntü gibi durumlar detaylı şekilde incelenmektedir. Depresyondaki kişiler buna misâl verilebilir. Depresyon, kişide yoğun üzüntüye sebep olan bir hastalıktır. Depresyondaki kişiler sık sık unutkanlıktan yakınırlar. Bunun sebebi, zihnin hatırlama ve kavrama fonksiyonlarının bu dönemde yavaşlamasıdır. Kişi her gün bir defada okuyup anladığı köşe yazısını depresyona girdikten sonra ancak birkaç defa okumakla anlayabilir. Ayrıca yemeği ocakta, eşyalarını gittiği yerlerde unutma, her zaman hatırladığı telefon numaralarını hatırlayamama depresyondaki kişilerde sık görülen durumlardır. Bu kişilere, hatırlamak, öğrenmek, dikkatini toplamak, bir şeyler söylemek, konuşmak çok zor ve yorucu gelir.

Aynı şekilde kaygı da, kişinin hatırlama ve yorumlama sürecine menfî yönde tesir eder. Bu duruma, panik ve aşırı kaygı hâlindeki birinin söyleyeceği her şeyi unutması, tahtaya kalkan aşırı heyecanlı bir talebenin bildiği şeyleri dahi söyleyememesi misâl verilebilir. Yukarıdaki hikâyecikte belirli bir süreç içinde yaşadıkları anlatılan Ahmet Bey’in, toplantıya yetişse bile, bu kadar stres altında iken verimli bir toplantı yapması hayli zordur. Zihnî faaliyetler; anlama, konsantrasyon, kaydetme (hafızaya alma), kaydedilen bilgiyi çağırma (hatırlama) ve kullanma, yeni ve eski bilgileri bir araya getirip netice çıkarma, plânlama, organize olma şeklinde sıralanabilir. Beyin hücreleri (neuron) arasında irtibat ve haberleşme için yerleştirilmiş onlarca sinir iletim molekülü (neurotransmitter) vardır. Dopamin, serotonin ve noradrenalin bunlara misâl verilebilir. Bugünkü bilgilere göre bunlar, Allah’ın beynin işleyişine vesile olmaya yönelik vazifelendirdiği harika moleküllerdir. Akılsız ve şuursuz moleküllerin böyle önemli vazifeleri kendi kendilerine yapmalarının mümkün olmadığını biliyoruz. Maalesef pozitivist anlayışa sahip bazı uzmanlar, üzüntü ve kaygı durumlarında bu sinir ileticilerinin miktar ve dağılımının değiştiğini görünce, kişinin zihnî faaliyetlerinin bozulmasını tamamen bu moleküllere bağlamaktadır. Hâlbuki bu maddelerin eksikliği veya fazlalığı gibi hususları sadece organik sebeplere bağlamak yerine, kalbî, ruhî, nefsî ve diğer birçok mânevî lâtifeyle birlikte değerlendirmek insanı anlama açısından daha faydalı olacak ve rahatsızlıkların tedavisine yönelik müspet neticeler verecektir. Son zamanlarda dikkatler leptin adı verilen maddeye çevrilmiş, stres durumunda yağ hücrelerinden daha fazla salınan bu maddenin iştaha tesir ettiği görülmüştür. Tıbbî bilgiler arttıkça, insanın bütün hücrelerinde muazzam bir yaratılış mu’cizesinin her an tecelli ettiği görülmektedir. Mikro seviyedeki bu şuursuz varlıkların kendi başlarına, bir Hakîm-i Ezelî olmadan hareket etmeleri düşünülemez.

İmtihanlarda stres yaşayan kişilerde değişik fizikî ve ruhî şikâyetler, kaygı belirtileri olabilmektedir. Bilhassa mâneviyata açık kişilerde telkin, konuşma, teselli ve tevekkülle stresin azaltılması, endişe ve sıkıntıların giderilmesi mümkündür. Öğrenme ve eğitim sürecinde aşırı kaygı ve stres taşıyan faaliyetlerin beyne menfî tesiri vardır. Şiddet ihtiva eden oyunlar ve gerilime yol açan tv programları beynin öğrenmeye hazır hâle gelmesini engeller. Şiddet sahneleri ile dolu bir oyun oynadıktan veya program seyrettikten sonra müdafaa ve mücadele konumuna girmiş olan sinir sisteminin, öğrenmenin olacağı daha rahat bir vaziyete geçmesi uzun zaman alır. Bu sebepten ders çalışmadan hemen önce ve sonra bu tür faaliyetlerin kısıtlanması gerekir. Kaygı ve baskı altındaki öğrenme ortamları, ders çalışma süreçleri, uzun dönemde başarıya menfî tesir eder. Bu tür durumlarda, problem kendini göstermeden tedbir almaya çalışmak gerekir.

Bu tür hislerin Rabb’imiz tarafından insanlara verilmesinin bir hikmetinin olduğu düşünüldüğünde, hafif seviyedeki gerilimin insanı çalışmaya sevk edici, vazife ve mesuliyetlerin yerine getirilmesinde teşvik edici olduğu söylenebilir. Kişinin vicdanın sesini dinlemesinde, haram ve helâle dikkat etmesinde, ahlâkî kaidelere uymasında, hassasiyetinden ve vazife şuurundan doğan belli bir miktar gerilim önemlidir. Ancak stresin genellikle menfî mânâlar taşıdığı düşünüldüğünde, bunun bir stres olmadığı, vicdanî muhasebe neticesi ortaya çıkan bir hassasiyet olduğu ortadadır.

İbadetlerin hikmetlerinden biri
Kılınan namazların, alınan abdestlerin, insanın mânevî yanına dönük desteğin, sıkıntıyı paylaşmanın, istişarenin, tevekkül ve hizmet düşüncesi ile yapılan işlerin, dünya işlerine aşırı ehemmiyet vermemenin, stresten korunmada büyük faydaları vardır. Fânîliği ve âcizliği kabullenerek hayata bakış açısını kulluk şuuruyla şekillendirmek, stres ve kaygıdan uzak kalmada rahatlatıcı tesirler sağlar. Dua ve inancın kişinin mânevî dünyasına getirdiği huzur, fizikî yapısına da müspet tesir eder.

Fıtrata zıt yönlendirmeler ve aşırı şekilde telkin edilen ferdiyetçik günümüz insanının stresini artırmaktadır. Hayatın bir imtihan olduğu hakikatinden hareketle dünyada karşılaşılan bazı zorlukları kader veçhesinden değerlendirmek faydalıdır. Yalnızlıktan mümkün olduğunca uzak durarak insanlarla diyalog hâlinde bulunmak, kişiyi hayli rahatlatacaktır. Ancak bazı insanlar yapı olarak stres ve kaygıya müsaittir. Rekabetçi, aceleci, sabırsız ve öfkeli kişiler, mükemmeliyetçi mizaca sahip olanlar, kaygı bozukluğu ve psikolojik travma yaşayanlar buna misâl verilebilir. Bu kişilerin biyolojik yapılarından mütevellit sıkıntılarını psikolojik olarak tedavi ettirirken, mânevî dinamiklerinin takviye edilmesi mühimdir.

Günümüz insanının ciddi problemlerinden biri hâline gelen kaygı ve stresin içtimaî yönü de bulunmaktadır. Gerek basın ve yayın yoluyla gerekse sosyo-ekonomik problemler sebebiyle devamlı kaygı ve stresin pompalandığı bir içtimaî yapıda, kişilerin psikolojik durumu daha kolay bozulur ve toplumun dinamiklerini temelinden sarsan bir süreç yaşanır. Günümüzde yaşanan bu tür içtimaî problemleri sebep ve neticeleriyle değerlendirdiğimizde, insanlığın mânevî dinamiklere olan ihtiyacını bir kez daha net şekilde görmekteyiz.