REHBERLİK ve PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK PORTALI

Israf ve Tuketim Psikolojisi

       
Hayatı Yutan Büyük Girdap: İsraf ve Tüketim Psikolojisi
Dr. Hasan AYDINLI
     

İsraf ve tüketimin sınır tanımadığı günümüzde birçok fert, içine düştüğü girdapta batmaya devam ediyor. Boyutları göz önüne alındığında, insanlık tarihi boyunca israf ve tüketim çılgınlığının bu derece aşırı yaşandığı ikinci bir dönem herhalde olmamıştır. İnsanların günlük hayatında artık sıradan görülen birçok davranış, israfa ciddi derecede örnek oluşturmuş ve israf normalleştirilmeye başlanmıştır. Boşa geçen zamanlardan, gereksiz yere yanan ışıklara, lüzumsuz çalışan âletlerden, çöpe giden ekmeklere, fazladan alınan eşyalardan çizilip atılan kâğıtlara kadar yüzlercesi sayılabilecek bu davranışlar, israf ve tüketim girdabının ne kadar büyük olduğunu göstermektedir. Acaba bu durumun farkında mıyız? Yüce Yaratıcı'nın bahşettiği göz, kulak, dil gibi kıymetli organların yerinde kullanılmadığı zamanları da düşündüğümüzde israfın sınırlarını tespit etmek mümkün görünmüyor. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) mealen; "Nehir kenarında bile abdest alıyor olsanız, suyu israf etmeyiniz.'' buyurmuştur (İbn Mace, Tahare 48). Ancak sadece suda değil kullandığımız her şeyde israf sözkonusu olabiliyor. Rakamlara baktığımızda, israf ettiğimiz malzemelerle beraber, onların yetişmesi için gerekli kaynakları da boşa harcadığımız görülüyor. Meselâ 1 kg. pirincin yetişmesi için 2.000 ile 5.000 litre arasında su gerekmektedir. 1 kg buğdayın yetişmesi için 1.000, hayvanlarda 1 litre süt üretilmesi için 2.000 ile 4.000, 1 kg. şeker için 3.000, 1 kg kahve için 20.000 litre su gerektiği ortaya çıkarılmıştır.1 Bu rakamları kısaca örneklendirirsek, bir tencere pilav pişirip attığımızda 2.000 litre suyu da israf etmiş oluyoruz (içindeki yağı hesaba dâhil etmedik). Enerjiden suya, yiyecekten kullandığımız eşyalara kadar israf kalemlerini artırabiliriz. Türkiye'de bir yılda sadece enerjideki kaçak, kayıp ve yalıtım başlıkları altında toplanan israfın boyutu 15 milyar doları bulmaktadır. Bununla birlikte farkına varıldığında alınacak tedbirlerle milyonlarca doları kurtarmak mümkün hâle geliyor. Kamuda enerji tasarruflu lâmba kullanılması ile yıllık 41 milyon TL'lik bir kazanç sağlandı. Geçen sene özel sektörde yapılan yalıtımlar ile 420 milyon TL tasarruf sağlandı. Fakat Türkiye'deki binaların hâlâ yüzde 85'i yalıtımsızdır. Bir başka problem de ekmek israfıdır. Türkiye'de her gün milyonlarca ekmek çöpe gitmektedir. Boşa giden ekmeklerin yıllık maliyeti 8,2 milyon lirayı bulmaktadır. Buna benzer birçok rakam verilebilir. Bunlar, fark edilen veya hesap edilebilen misâllerdir. Acaba günlük hayatımızda israfın yeri nedir? İsraf konusunda gereken hassasiyeti gösterebiliyor muyuz?

"İsraf" kelimesi semantik olarak 'gereksiz ve boş yere sarf edilen' her şeyi içine almaktadır; Türk Dil Kurumu'nun tarifinde, "gereksiz yere para, zaman, emek vb.ni harcama, savurganlık" olarak belirtilmiştir. Daha farklı bir ifade ile "yerinde ve faydalı kullanılmayan her şey" israf olarak değerlendirilebilir. Zamanı yerinde kullanmayıp vakti boşa harcamak, o nimetin kıymetini bilmeyerek savurganlık yapmak mânâsına gelir. Kalemi yazı yerine boş çizgiler çizerek kullanmak israfa farklı bir misâldir. Yemek yemede ölçüyü kaçırmak israftır, vücudumuzdaki fazladan her bir gram yağ, ihtiyaç fazlası yemek yediğimizin bir göstergesi olabilir. Yüce dinimizin bu konuda çok net olan emirlerine baktığımızda; "Onlar ki harcadıkları zaman israf etmezler, cimrilik de yapmazlar, ikisi arası orta yolu tutarlar." (Furkan, 25/67) "Elini boynuna bağlı tutma (cimrilikten sakın) büsbütün de saçıp savurma; sonra kınanmış olursun, eli boş açıkta kalırsın." (İsra, 17/29 ) mealindeki âyetlerle ifade edilen orta bir yol görmekteyiz. Kur'ân-ı Kerîm'de geçen bir kavram daha vardır: Tebzîr. (İsra, 17/26) "Döküp saçmak" mânâsına gelen bu kelime, "meşrû olmayan yere yapılan harcama" demektir ve israfın daha ileri bir boyutudur. Neticede müminler bu konuda birçok yerde uyarılmakta ve onların israfa girmemeleri öğütlenmektedir.

İsrafın zararları birçok âyet ve hadîste anlatılmaktadır; bunun birçok hikmeti olabilir. Nefsin isteklerine boyun eğmiş, sadece tüketerek yaşayan kişilerin sayısı giderek artmaktadır. Buna bağlı olarak içtimaî hayattaki yaralar büyümektedir. İsraf ve aşırı tüketim sadece failine değil, cemiyete de ciddi darbeler vurmaktadır. Yüz milyonlarca insanın açlık ve sefalet içinde bulunduğu dünyamızda israf edilen her bir değerden mesul olduğumuz açıktır. "Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.'' mealindeki hadîs-i şerîfi bilmek, buna rağmen vurdumduymaz bir şekilde israf ve tüketim çılgınlığına devam etmek ne kadar vahim bir durumdur. Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi konuyla ilgili şunları söyler: "Bugün israf, toplumun hemen her kesiminde büyük bir felâket hâlini almıştır. Çünkü lüks sayılabilecek pek çok eşya artık zarurî ihtiyaç maddesi telâkki edilmektedir. Öyle ki medeniyet, bedeviyete nispeten âdeta hayatı birkaç kat ağırlaştırmış, insanı el emeği ve alın teriyle kazanıp helâl çizgide yaşayamaz hâle getirmiştir."2

Üstad Bediüzzaman Hazretleri 19. Lem'a'da (İktisat Risalesi) israfın bir neticesinin de hırs olduğunu ifade ederek, hırsın 'sebeb-i hasaret'e, 'kanaatsizlik'e ve 'ihlâsın azalmasına ve amel-i uhreviyenin azalmasına' yol açacağını belirtmiş, kanaat etmenin ise iktisadı netice vereceğini beyan etmiştir. İsraf eden kişi hırs ile hareket ettiğinde maddî ve mânevî birçok zarar görecektir.3

Durumun farkına varıp israfı tanıyabilmek
Birçok fert, israf alışkanlığını normalleştirme eğilimine girer. Bu durum psikolojik bir savunma mekanizmasıdır. Bununla kendimizi kandırırız. Yaptığımız israfı normalleştirmek için "Olmazsa olmaz, buna ihtiyaç var, yapabileceğim bu, ben bunu hak ediyorum, bu kadardan bir şey olmaz, zaten boşa gidecekti, zaten eskimişti, artık yenisi gerekiyor, herkes böyle yapıyor..." gibi düşünceleri kendimize perde yapmaya çalışırız. Bunların hepsinin hesabını vereceğimizin, ne kadar kendimizi kandırırsak kandıralım, israf ve tüketim girdabında bulunduğumuzun farkına varmamız gerekir. Savunma mekanizmalarında çoğu defa kişi kendi durumundan haberdar değildir.

İsrafı engellemenin birinci yolu, onu fark etmektir. Günümüzde birçok fert israfı fark edemez hâle gelmiş ve günlük hayatında iliklerine kadar işleyen bir israf kültürü içindedir. İhtiyaç ve lüzum olmadan sarf ettiğimiz her şeyin ve yerinde kullanılmayan her nimetin israf olduğunu fark ettiğimizde, hayatımızı yeniden gözden geçirecek ve boşa giden her şeye dur deme imkânını bulabileceğiz. İsrafın olduğu birçok evde sıradan hâle gelmiş davranışlara birkaç misal verelim: boş yere çöpe giden yiyecekler, başkalarından görülerek yapılan savurganlıklar, boşa giden enerji, vakit, malzeme, söz ve kapasite, sürekli çalışan elektronik eşyalar, hor kullanılan veya eskimeden değişen eşyalar...

İsraf eden, önce kendine zarar verir
Bazı davranışlarımızın bize fayda ve mutluluk getirdiğini düşünebiliriz. Sonunda mutluluk beklediğimiz bazı şeylerin aslında bize ciddi mânâda zarar veren unsurlar olduğunu fark etmeyebiliriz. İsraf ve aşırı tüketim bu minvalde ele alınması gereken 'zararlı bir alışkanlıktır.' Saçıp savuran, elindeki imkân ve nimetleri yerli yerinde kullanmayan kişiler menfî bir davranış devridâimine girerler. Tüketerek mutlu olma alışkanlığı, kişinin kendi kendini imha etme sürecidir. Hiçbir tüketim malzemesinin insanı uzun süreli mutlu etmediği ortadadır. Tüketim daha fazla harcamayı, daha fazla harcama ise, lüks ve israfı beraberinde getirmektedir. İnsanlar tüketerek mutlu olma yolunu seçtiklerinde, çıkmaz sokağa girerler ve giderek kendilerine ve çevrelerine zarar vermeye başlarlar. Tüketimde aşırıya gitmek kişiyi zamanla mutsuzluğa ve sefalete sürükler. İktisat etmeyen kişilerin belli bir süre sonra, hayatlarındaki bereketi kaybettikleri ve giderek zayıf düştükleri görülür. Lüks ve sefahat içinde bulunan ve bu tüketim psikolojisi ile ilelebet böyle kalacağını düşünen Batı dünyası ekonomik krizlerle boğuşmaktadır. Bitmez ve tükenmez zannedilen maddî değerlerin hepsi tükenmekte, güçlü devletler bile borç batağında perişan olmaktadır. O devletlerin perişan olmasında, yapılan ferdî hatalar, ölçüsüz tüketim ve geri dönüşümü olmayan israf önemli bir yere sahiptir. Ferdin kendini tüketim ve israfa vermesi arz-talep ve kazanç dengesini bozmakta, önce cemiyeti oluşturan fertler fakirlik ve yoksulluk içine düşmekte, ardından da o fertlerin oluşturduğu milletler ve devletler iflâs etmektedir. Fethullah Gülen Hocaefendi bu konuda şunları söyler: İsraf, nimetlere ve onları gönderene karşı saygısızlık olduğu gibi, kanaatsizlik, hırs ve zillet misillü marazların da menşeidir. Zira, müsrif adam, ilâhî takdire ve alın teriyle elde ettiğine razı olmaz, sürekli daha fazlasını ister; hiç şükretmez, daima şekvâda bulunur; helâl rızkını az bulur, gayr-i meşru olup olmadığına aldırmadan daha külfetsiz ve daha çok kazancın peşine düşer, hattâ o yolda izzet ve haysiyetini dahi feda eder.2

İnsanın bitmek tükenmek bilmeyen tüketim ve harcama arzunu beşerî hiçbir zenginliğin karşılayamayacağı muhakkaktır. Sürekli tüketmeye teşvik edilen insanlık, tüketimin kaynağını bulmakta zorlanmakta, gelirinden daha fazla harcama yapmaktadır. Özellikle kredi kartı ile gereksiz yere borçlanmalar ve kendi kaynaklarını heba etme sonunda krize girmektedir. Hele hele bu israf misâllerini çoluk çocuğu ve ailesi ile birlikte yapıyorsa o zaman kendi aile fertlerini de bu menfi alışkanlığa yatkın hâle getirmektedir. Şükürsüz, sadece tüketen nesiller mutsuzluğa mahkûm olarak yetişir. Her anne-babanın kendi içinde bulunduğu bu menfî davranışı fark etmesi ve çoluk çocuğuna güzel örnek olması gerekir. Aksi hâlde kendi çocuklarımızın hayat boyu başlarına belâ olarak taşıyacakları kötü bir alışkanlığı öğretmemiz kaçınılmazdır.

Çocuklara sürekli her istediğini almak, onların tüketen bir makine hâline gelmelerine sebep olabilir. İsteğini engelleyebilmek, sabır ve kontrol hissi, iktisat etme alışkanlığını artıracaktır. Anne-baba çocuğuna iktisat alışkanlığını kazandırdığında onlara hayat boyu gerekli en önemli hususlardan birini hediye etmiş olacaktır. Çocuklar aile içinde iktisat konusunu, yerli yerinde harcamayı öğrenir. İstediği her şeyi elde etmeye alışan nesiller, israfın içine girip o girdapta boğulma riskini taşır. Bu konuda Hz. Ömer, oğlu Abdullah'ı bir gün et yerken görmüş ve: "Hayrola et mi yiyorsun?" diye sormuştu. Oğlu: "Evet canım çekmişti de..." deyince Hz. Ömer üzülmüş ve ona: "Demek sen öyle canının her çektiğini alıp yiyor musun? Bilmez misin ki Peygamberimiz: "İnsanın canının çektiği her şeyi yemesi de israftır." buyurmuştur." dedi (İbn Mace, Et'ıme 51). Bu misâle baktığımızda meselenin ne kadar derin ve ince taraflarının olduğunu görüyor, hâlimizi tefekkür etme mecburiyetini hissediyoruz.

Kaynakları boş yere tüketiyoruz
Allah (celle celâlühü) kâinatı müthiş bir denge üzerinde yaratmıştır. Bu denge canlı ve cansız her şey için geçerlidir. Ahsen-i takvim suretinde yaratılan ve yeryüzünde halifelik sıfatı verilmiş insanın kendi çevresindeki imkânları hoyratça israf etmesi, tabiatın da dengesini bozmuştur. Boşa atılan her ürünün emek ve kaynak kaybına yol açtığı, o ürünün elimize ulaşıncaya kadar geçirdiği safhalar göz önüne alındığında biraz daha fark edilecektir. Bir dilim ekmek çöpe gittiğinde, o ekmekle beraber onu elde etmek için ekilen tohumluk buğdayın, çiftçinin emek ve çalışma süresinin, buğdayı un hâline getiren fabrikadaki enerjinin, çalışan işçinin emeğinin, unu fırına getirmek için yapılan faaliyetlerin, fırında yanan odunun ve onu almak için verilen paranın da boşa gittiğini fark etmemiz gerekiyor. Bu yazılanlar sadece fark ettiğimiz boşa giden emek ve gayretlerdir. Bu ürünün ortaya çıkmasında rol alan su, hava gibi unsurları da göz önüne aldığımızda, dünyada yaşayan bütün canlıların bu üründe hakkının olduğu düşünülebilir. Bunu bizim para ile alıyor olmamız meseleyi çözmez.

İsraf neticesi kaynakların tükenmesi ile birlikte baş gösterecek kısa ve uzun dönemli sıkıntıları tahmin etmek hiç kolay olmayacak. İsrafın boyutlarını bütün dünyada göz önüne aldığımızda, insanlığın ne kadar büyük bir çıkmazda olduğunu görürüz. Kendini tüketim ile mutlu eden kitleler, mânevî doyumsuzlukları neticesinde oluşan bu sıkıntıdan dolayı sadece kendilerine değil, bütün dünyaya zarar vermekteler. Aşırı tüketim ve israfın neticesinde 'kullanıp atmak' moda hâline gelmiş. Buna paralel olarak, ayakkabı tamircisinden terzilik mesleğine kadar insanları âdeta tasarruf ve iktisada çağıran meslekler yok olmaya yüz tutmuştur.

İsraf olmaması için, belli bir ölçü var mıdır?
İnsanlar dinimizin verdiği ölçüler dâhilinde hayatlarını sürdürürlerse israftan da korunmuş olurlar. Bu ölçüler, aşırı cimriliği ve aşırı savurganlığı doğru bulmayıp, harcamanın makul sınırlar içinde olmasını tavsiye etmektedir. Bir davranış ve harcamadaki 'ihtiyaç' ve 'faydalı olma' önemli bir kriterdir. Bir şey alacağımız zaman onun ihtiyacımız olup olmadığını veya bir davranış sergileyeceğimiz zaman onun faydalı olup olmadığını kontrol etmemiz gerekiyor. Vicdanî muhasebe, davranışlara ayrı bir ayar getirir. Harcamalarımızda nefsimizin evet dediği bir şeyi, vicdanî bir değerlendirmeye tâbi tutabilmeli ve ona göre karar vermeliyiz. Nefsanî istek ve arzuları esas aldığımızda israfın boyutları giderek artacaktır.

Sonuçta hayatımızı yeniden gözden geçirmeli, kendi davranışlarımızı kontrol etmeli, israfın her çeşidini fark ederek bunları birer birer hayatımızdan çıkarmalı, hayatı yutan bu büyük girdaptan kurtulmanın yollarını aramalıyız. Bu konuda çocuk eğitiminden, okullardaki müfredata, cemiyetteki bazı alışkanlıkların değişmesinden, tüketim kültürünün gözden geçirilmesine kadar çok boyutlu müdahaleler gerekmektedir.

Dipnotlar:
1. Kenan Göçoğlu, "Rakamlarla Su İsrafı", http://www.tarimsalbilgi.org/forums/rakamlarla_su_israfi-t1122.0.html
2. http://tr.fgulen.com/content/view/14487/18/
3. Bediiüzzaman Said Nursi, Lem'alar, "19. Lem'a", İktisat Risalesi.