REHBERLİK ve PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK PORTALI

Sevgi ve Tedavi

   
Sevgi ve Tedavi
Emin MANİSALI
       
Çocuğun en muhtaç olduğu şey, hiç şüphesiz, kendisine en yakın kabul ettiği insanların sevgisidir. Sevgide itimat vardır, şefkat vardır, himaye vardır. Sevgide insan ruhunda filizlenmek isteyen bütün güzellikler ve iyilikler vardır. Çocuk, yemekte kendisine uzatılan kaşığın içindekinden çok, onu uzatan elin sahibinin yüzündeki ifadeye muhtaçtır, öğretmen kürsüsünden anlatılanlar, onun sevdiği bir ağızdan dökülüyorsa daha rahat kafasına girer. Sevilen dersler, sevilen öğretmenlerin dersidir. Dünyanın en büyük keşiflerini yapmış insan hayatları incelendiğinde, muhakkak karşımıza çok sevilen bir öğretmen çıkacaktır.

Bahçede koşarken bir küçük çocuk düşmüştür. Duyduğu acı derhal küçüğün gözlerindeki yaş guddelerini harekete getirmiştir. İnci gibi yaşlar dökülmektedir gözlerinden. Uzaktaki annesine koşan çocuğun acıyan yerini annesi öpüvermiştir. Acı azalmış ve göz yaşlan kesilmiştir. Neden fiziksel ağrıları sihirli bir temas ile kesiveren sevgiden çocuklarımızın ruhî problemleri için faydalanmayalım? Muhakkak ki, hepimiz zaman zaman bundan faydalanıyoruz. Önemli olan şuurlu olarak yapmak.

Hepimiz tecrübe etmişizdir. Bazı öğrencilerimize tatbik etmediğimiz metod kalmamıştır. Bir türlü yola gelmeyen çocuğa, kendisini gerçekten sevdiğimizi ispat edecek bir hareketle yaklaşırsak İşimizi kolaylıkla hallederiz. Çocuğun dünyasına girmeden onun kalbine sokulmadan hiç bir çocuğun problemini halledenleyiz. Bu esrarlı dünyanın kapısını açacacak bir tek anahtar vardır. O da, çocuğun kendisine en yakın kabul ettiği insanın elindedir. Bu kimse, çocuk için, özellikle ilkokul öğrencisi için Öğretmenden başka kimse olamaz. Babasına bile "Bunu öğretmenim böyle söyledi" diye direnen çocuklara çok rastlamışızdır. Çocuğun evdeki rakibi bir veya birkaç kişiyi geçmez. Ortada ya bir kardeş vardır ya da yoktur. Evdeki problemler, çok defa kendisine ait olan sevginin kardeşine veya ona benzer birine aktarılması korkusundan meydana gelir. Ama sınıf öyle mi? Otuz kırk tane çocuk öğretmenin karşısında kendisi ile rekabet halindedir. Hepsi de evdeki problemleri ile sınıfa gelmişler ve öğretmenin ilgisini ve bu ilginin arkasındaki sevgiyi kazanmak İçin bir yarışmaya girmişlerdir.

Bu ilgiyi kazanmak için çocuk her çâreye baş vurur. Sınıf içi ve sınıf dışı problemlerin arkasında, çocuğun öğretmenin ilgisini kazanma çabası vardır. Sınıfta yapılan yaramazlıklar, hırsızlıklar, şımarıklıklar, her fırsatta gürültü çıkarma eğilimi, kafa tutmalar arkadaşlarının canını yakmalar bu çabanın menfi yollandır. Bunu müsbet yollarla temine çalışanları da görürüz. Bunlar çok çalışkandır, çok düzenli ve temizlerdir. Kusursuz olmanın bütün icaplarını yerine getirmektedirler. Fakat acaba bütün bunlar öğretmenin ve ana-babanın kendisinden esirgediklerini sandığı sevgiyi kazanmak için midir? Müsbet ve menfi çocuk davranışlarında normalin üstünde ve altında olanların hepsini bu açıdan kontrol etmemiz gerekir. Bir çok çocuk problemleri, özellikle ilk okul öğretmeninin göstereceği ilgi ile ortadan kalkacaktır. Bu ilgi, sadece çocuğa sevildiğini ve korunduğunu göstermektir. Bir Örnek vermek uzun uzun konuşmak ve yazmaktan daha faydalıdır...

Yatılı bir okulun pansiyon müdürlüğüne atandığım günün ilk akşamıydı. Bahçede gurup gurup toplanmış konuşan, dertleşen çocuklarla tanışmak üzere guruplardan birinin yanına yaklaştım. Henüz beni tanımıyorlardı. Kendimi tanıttım. Toparlandılar. Aralarından biri elinde bir küçük kese kağıdıyla bana yaklaştı. Her kelimesi acı bir istihza taşıyan bir sesle: "Fıstık yer misiniz?" dedi. Çocukların yüzünden bir tebessüm geçti. Ben hiç aldırış etmedim. Gülümsedim. "Şam fıstığı ise isterim" dedim ve kese kağıdından bir tutam aldım.

Bu çocuk, bu acaip davranışa neden başvurmuştu? Sadece arkadaşları arasında bir gösteriş yapma hevesine mi kapılmıştı? Bu çocukla ilgilendim. Çok pis giyiniyordu. Saçlarını taramıyordu. Dolabı karmakarışıktı. Hatta hatırladığıma göre, bir torbada ayva, nar ve çorapları beraber duruyordu. Sınıfta arkadaşlarına rahat vermiyor, ayrıca derslerine de çalışmıyordu. Bir aralık arkadaşlarının dolma kalemlerini de çalmaya başlamıştı. Her gün arkadaşlarından ve öğretmenlerinden şikâyet geliyordu.

Bir gün odama çağırdım. Şiddet göstermek, ileri giderse disiplin kuruluna vermek niyetindeyim. Bu çocukla olan ilişkim, bana kötü bir pedagoji anlayışının içinde olduğumu anlattı. Kimbilir bu öğrencimle ilgilenmeden evvel meslek hayatımda kaç çocuğu anlayışsızlığımın kurbanı yapmıştım.

Sert bir sesle.

"Sen artık çok ileri gittin",diye başladım. "Sonra kimse sevmez seni" dedim.

Gözleri dolu dolu:

"Zaten kimse beni sevmiyorki" diye cevap verdi.

Kimse tarafından sevilmediğine inanan bir çocuk ile karşı karşıya idim. Onu bu fikrinden mahcup etmek için derhal davranışımı değiştirdim.

"Bak bunda aldanıyorsun" dedim. "Sana birisini söyleyeceğim, inkâr edemiyeceksin."

Dikkatle yüzüme bakıyordu. Kimmiş bu acaba diyen bir hali vardı.

"Meselâ annen" dedim.

Gözleri buğulanıverdi. önüne baktı, güç işiteceğim bir sesle:

"Benim annem yok" dedi.

Çok üzüldüm. istemeyerek mini mini kalbin yarasını deşmiştim.

"Peki baban sağ mı?" diye sordum, sert sert.

"Var", dedi.

"O halde o sever",dedim. Yüzü allak bullak olmuştu.

"Sevseydi beni yatılı okula bırakıp Avrupalarda gezmezdi" dedi.

Çocuğun derdi anlaşılmıştı. Hiç kimse tarafından sevildiğine inanmıyan bu çocuk bir sevgi ve şefkat sığınağı aramaktadır. Çocuğun yüzüne gerçek bir sevgi ile baktım.

"Bak, bir üçüncüsünü söyliyeceğim, buna bir şey diyemeyeceksin" dedim.

Dudağını bükerek yüzüme baktı:

"Kim?" diye sordu.

"Ben" dedim, "ben bu okula ilk geldiğim akşam bana fıstık ikram eden çocuğu unutmadım."

Yüzü güldü. Ona kendisiyle ilgilendiğimi isbat eden sözler söyledim. Meselâ her cumartesi günü evci çıkarken giydiği lacivert takım elbisenin kendisine çok yakıştığını söyledim. Kendisini her zaman görmek istediğimi anlattım. Ertesi günü bu kaçak delikanlı derslere lacivert takım elbisesini giyerek indi. Kapımın önünden geçerken başını uzattı ve bana "günaydın" dedi.

Bu çocuğun müdüründen gördüğü yakınlık ve sevgi, iç dünyasındaki fırtına için bir liman olmuştu. Arkadaşlarına sataşması, hırsızlığı, şımarıklığı yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştı.

Her öğretmen öğrencilerine karşı, onları seven, koruyan bir insan olduğunu isbat edecek vesileleri yakalama ustalığına sahip olmalıdır. Sevginin tedavi edemiyeceği hiç bir çocuk problemi yoktur.

Devamsız öğrenciye ilk anda, bir kaçak muamelesi yapılmamalı. Gözlerimizin onu daima sınıfta aradığım fark ettirmeliyiz. Yokluğunda eksikliğini hissettiğimizi belirtmeli, özlediğimizi söylemeliyiz. Hasta öğrencilerimizi telefonu varsa telefonla, yoksa arkadaşları vasıtası ile aramalıyız. Hatta bizzat kendimiz de evine ziyarete gidebiliriz. Çocuğun evinde hasta bir yakını varsa onu aramamız, onunla ilgilenmemiz çocuğun kalbini fetheder. Bize bağlanır.

Devamlı surette tenkit çocuğu güvensizliğe iter. Sevdiği, değer verdiği kişinin sevgisinden şüpheye düşürür. Çocuğun bir kusuru söylenirken, mutlaka onun kusursuz tarafları övülmeli, ondan sonra da kusurları ortaya dökülmelidir. Başarısız bir çocuğu başarılı yapmak için ona muhakkak başka yollardan basan hissi tattırılmalıdır. O zaman itimada lâyık olduğunu kabul eder. Bu itimadı ve bu itimadın altındaki sevgiyi kaybetmek istemeyen çocuk da başarısızlığını telâfi etmeye çalışır.

Çocuk azarlanırken, bunun kendi faydasına olduğunu hissetmelidir. Kendini azarlayan insanın, kendisini sevdiğinden eminse, bu sevgiyi kaybetmek kadar onu endişeye düşüren bir şey yoktur.

Çocuklarınızı seviniz. Bu sayede birçok problemlerini halledebilirsiniz. Yalnız bu sevgi, sizin sevmek ihtiyacınızı tatmin eden egoist bir sevgi değil, onların sevilmek ihtiyacını karşılayan gerçek bir sevgi olmalıdır. Onları seviniz. Topluma problemsiz insan yetiştirmiş olursunuz.